Geleneksel Çocuk Oyunlarımız

11247967_978984842168400_5357159580751211707_n

Geleneksel Çocuk Oyunları, Çocuk folklorunun büyük bir bölümünü oluşturur. İster kapalı mekânlarda isterse açık alanlarda olsun, oyunun kurulmasında, grupların dağılımında, yaş ve cinsiyet belirleyici olmaktadır. Oyunların gündüz, akşam ya da gece oynanıyor olması da yine oyunun kurulması ve grupların oluşumunda belirleyici unsurlardandır. Kurulan oyunda başı çeken, yöneten, yönlendiren, sözü dinlenen oyuncular ise yaşça büyük olan (abla, ağabey), fiziki olarak gelişmiş/büyük olan, eğitim olarak diğerlerinden önde olan (büyük olan), oyuncu veya grup seçimlerinde başarılı olan, kabiliyet olarak üstün olan çocuklardır; geleneksel Türk çocuk oyunlarında kullanılan yaygın adıyla, o oyunun “ebe”sidir.

Çocuk oyunları yöreden yöreye değişiklik gösterse de benzer özellikler taşımaktadırlar. Ülkemizde oynanan oyunlar Türk kültürünün bir yansımasıdır.

1980’li yılların başına kadar geleneksel oyuncaklar ve çocuk oyunlarımız özellikle kendi kültür değerlerine yabancılaşmamış Anadolu köylerinde bütün canlılığıyla yaşamaktaydı.
Üzülerek söyleyelim ki; televizyonun, bilgisayarın ve elektronik oyunların çocuklarımızı esir aldığı bugünlerde elimize yakışan, ruhumuzu okşayan oyuncakların çoğu kaybolmuş yerini plastikten ya da metalden yapılma soğuk oyuncaklara bırakmış, çocukların kişiliğini, hayal güçlerini geliştiren; onlara dostluğu, sevgiyi aşılayan oyunların çoğu unutulmuş… Tespit edebildiğimiz yüzün üzerindeki oyundan bugün oynan oyun sayısı onu, bilemediniz on beşi geçmiyor.

Gelin istersen o günlere gidelim ve oyuncaklarımıza, oyunlarımıza bir göz atalım.
Kız çocuklar; oyuncak salıncaklar, beşiklerle, ot ya da çaput bebeklerle oynarlardı. Bahar aylarında kır çiçekleri, sarıçiçekler de toplayıp taç yapılırdı.
Mahallede çocuk oyunları ise en az iki kişi ile oynanırdı. Saklambaç, elim sende, çelik çomak, aşık, güvercin taklası, manda, uzun eşek, grup oyunlarının başındfa gelirdi. misket, İp atlama, çember çevirme, kibrit kutusu, gazoz kapağı, ceviz, kayısı çekirdeği, düğme dizilerek para ile de oynanan oyunlar da vardı. Sakızdan çıkan futbolcu, sanatçı resimleri, kibrit kutusu kapakları ile kart oyunları oynanırdı.

Söğütten at yapmak, tozu toprağa katmak da eğlenceli oyunlardandı. Oyun için her yol bulunurdu.
Yokuş aşağı her yerden de kayarak inmek adetti.

“Tornet’ten” kaymak için araçlar yapılır, yol boş ise asfalta kayan olurdu.
Geleneksel çocuk oyunlarımızda dikkati çeken diğer bir husus da açık alan oyunlarının kapalı alan oyunlarından fazla oluşudur.

“Şimdiki çocuklar, apartmanların loş balkonlarındaki saksılarda yetişen zoraki çiçekler gibi topraksız, ışıksız, ilgisiz, sevgisiz yetişiyor. Çocuğun toplumsallaşmasına katkıda bulunan gerçek oyunlar da unutuldu. Kendi elleriyle yaptıkları bezden beşikteki kundak bebeğine ninni söyleyemiyor kızlar, toprak üstünde misket oynayamıyor oğlanlar… Ağaçlara kurulan salıncaktaki özgürlüğü ya da “lastik”teki zıplama heyecanını yaşayamıyorlar.. Seksek’i de.. Saklambaç’ı da.. Körebeyi de.. Yakantopu’da unuttular çoktan. Bizler, tek tekerlekli komik aracımızla yolları arşınladığımız, dut ağaçlarına tırmanıp en üstteki kocaman dutu yemeye çalıştığımız, salıncaklarda rüzgara karşı yarıştığımız bir çocukluk yaşadık. Ne kadar şanslıymışız. Şimdikiler ise ıvır zıvır çerezlerin içindeki oyun kartlarını biriktirme hevesiyle daha çok tüketmeye itiliyorlar. “Genç” yaşta bilgisayar öğrenip “adam” olsun diye odalara ve ekran karşısına hapsediliyorlar. Ya da kolej sınavını kazanacak “yarış atı” misali ders kitaplarının içine, dershanelerin koridorlarına… Teknolojiyle kuşatılmış olmanın bu önlenemez dezavantajını hayatlarına yerleştiren zamane çocukları da “çokluk içinde yokluğu” yaşayan “bireyler” olup çıkacak ne yazık ki.”*

Geleneksel çocuk oyunlarının, oyuncakların, oyuna başlarken ve oyun içinde söylenen tekerlemelerin, sayışmacaların çocuk eğitiminde çok etkin bir yeri vardır.

Çocuk, oyun ve oyun araç-gereçleri icat ederken, akılda kalması kolay tekerlemeler söylerken farkında olmadan zekâsını yaratıcı hale getirir; bedensel ve dil becerilerinin gelişimine katkıda bulunur. Oyuna kurallar koyan çocuk, oyun arkadaşlarıyla dayanışmayı, topluca eğlenmeyi ve ödül-ceza sistemini öğrenir. Fakat günümüz teknolojisinin hazır biçimde sunduğu oyun ve oyuncaklar, özelikle televizyon ve bilgisayarla oynanan oyunlar çocukları geleneksel oyunlarımızdan uzaklaştırmakta ve âdeta bireysel eğlenceye itmektedir. Teknolojik imkânlara daha uzak olduğunu düşünürsek kırsal kesimde yaşayan çocuklar, oyun alanlarının fazlalığı avantajını da kullanarak şehirdeki çocuklara oranla oyunları hâlâ oynayabilmekte, dolayısıyla yaşatmaktadırlar.

Çocuk oyunlarının gittikçe az oynanıyor, bazı oyunların da unutuluyor olması, bilgisayar oyunlarına rağbetin her geçen gün artması, çocuklarımızın kişiliğinin gelişmesi ve millî benliğinin oluşumunu olumsuz yönde etkilemektedir.
Saatlerce bilgisayar başından kalkmayan, bilgisayar ve playstation oyunlarında acımasızca adam öldüren kahramanların yerine kendini koyan çocukların kişiliklerinin geliştiğinden, sağlıklı bir ruhsal yapılarının olduğundan bahsetmek oldukça zordur.

Geleneksel çocuk oyunları her geçen gün biraz daha unutulurken, şimdiki çocuklar daha az oyun biliyor. “Dedesi 35, babası 30 oyun adı sayan çocuklar üçte beşte kalıyor.” ***

Araştırmada şu bilgilere de yer veriliyor: “Oyuncaklar incelendiğinde ilk iki kuşağın hiç fabrikasyon oyuncağı olmadığı görüldü. Sadece ikinci kuşakta plastik kamyonlara rastlandı. Üçüncü kuşağın oyun araçları arasında ise hiç el yapımı oyuncak yok. Oyun araçları konusunda birinci ve ikinci kuşakta taş birinci, top ikinci sırada. Üçüncü kuşakta ise top ilk sırada. Taso üçüncü, gazoz kapağı ikinci, çelik-çomak ise birinci kuşağın oyun aracı olarak öne çıktı. Eskiden kız çocuklar için çaput bebek, erkekler için de tel arabalar gözdeydi.”
Çocuk oyunları üstüne yaptığı araştırmalarla tanınan Prof. Saim Sakaoğlu, çocuğu sosyal hayata hazırlayan, kişisel gelişimini sağlayan eski oyunların kent merkezlerinde betonların arasında kaybolduğunu dile getiriyor ve bu oyunların betonların arasından çıkarılıp parklara taşınması gerektiğini söylüyor.
“Kökleri asırlar öncesine dayanan uzuneşek, çelik çomak gibi eski oyunlar, çocuklardaki üretkenlik kadar onlar arasındaki arkadaşlığı geliştiriyor, birlik, beraberlik, başarı arzusu gibi duyguların gelişmesini sağlıyordu. Maalesef bu oyunların hepsi unutuldu. Şimdi kent merkezlerindeki hiçbir çocuk bu oyunları bilmiyor. Bu oyunlardan bazıları çok eski yıllarda yazılan Türk kaynaklarında da yer alıyor. Örneğin uzuneşek ve çomak oyunları 1074 yılında Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan Divan-ı Lügat-it Türk’de yer alıyor. Yani bu oyunlar, 1070’li yıllarda hatta daha önceleri de Türk toplumunda çocuklar arasında oynanıyordu. Yine aşık oyunu da Orta Asya Türkleri arasında oynanan bir oyun olduğunu tahmin ediyoruz. Buna benzer birçok oyun gerçekte Türk Milleti’nin kültüründe yer alıyor ancak hepsi artık unutuldu.

Eski oyunların yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için başta belediye olmak üzere yetkili kurumların harekete geçmesi gerekir. Belediyeler, özel olarak oluşturulacak parklarda bu oyunları yaşatabilir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramlarında düzenlenecek etkinliklerde bu oyunlar oynanabilir. Çocuklarımızın sosyal ve ruhsal gelişimi için bilgisayardan çok bu oyunlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum” diyor.

Özetle; “Çocuklarımızın kişiliklerinin gelişmesi, kendi iç dünyalarının zenginliklerini ve yeteneklerini keşfetmeleri, dilin, gelenek ve göreneklerin gelecek yüzyıllara aktarılması çocuk oyunlarının içinde gizlidir.”**

*Plat-Forum.org.
** Boyabat yöresi çocuk oyunları, 2005-2006, Boyabat Milli Eğitim Müdürlüğü Sosyal Bilimler Projesi

 

sade-arka-plan-siyah-1

Siyami Yozgat

Bir yanıt yazın