VARYİYEMEZ


Geçimini sağladığı, ekmek teknesi seyyar kokoreç arabasını villaların bulunduğu yola döndürdü. Günlük nafakasını çıkarmıştı. Kazandığı parayla kızının doğum günü için istediği kırmızı ayakkabıyı ve pasta için gerekli malzemeyi alabilirdi.
Tezgâhtaki kokorece bakılırsa hava kararmadan eve dönebilecekti. Gür sesiyle;
-Kokoreç, kuzu, kuzu kokoreeeeeeeç… Diye bağırdı.
Ateşle buluşan kokorecin yağı közlerin üzerine düştü. Uzun süredir gezdiğinden köşedeki villanın yanında durmaya karar verdi.
Bu semt kokorecinin tadını iyi biliyordu. Sesini duyanlar çıkar üçe beşe bakmaz alırlardı. Kokorecin sakatatını, bağırsağını, mumbarını ve çözünü şehir dışındaki mezbahadan alırdı. Saatlerce yıkar ve sirkeye yatırırdı. Temizliğini de sarımını da kendi yapıyordu.
Kendi yemeyeceği eti yedirmiyordu. Bazı günler artan kokoreci evine götürür, ailesiyle yerdi. Bugün de satamazsa öyle yapacaktı.
Közü karıştırırken karşıdaki villanın otomatik kapısı açıldı. İçinden oldukça şık giyimli ellili yaşlarında bir adam indi. Şoförü de inmeye yardım ediyordu.
Lüks siyah arabaya bakınca varlıklı bir müşteri bulduğunu düşündü. Bahçe duvarına yaklaştı.
-Vereyim mi abime bir tam kokoreç?
Adam iştahlı ve alıcı gözlerle şişteki sakatata baktı. Kokusunu aldığı ve canının çektiği yutkunmasından anlaşılıyordu. Ağzı sulanmış ve gözlerini dikmişti.
Kokoreççi, bir teker kesti. Satırla irice kıydı. Satır kokoreçle her buluştuğunda zengin adam gözleriyle yiyordu.
-Yarım vereyim abime.
Adam villasına yöneldi. Gözü tezgâhtaydı. Şoförü önünü ilikleyip evrak çantasını verdi. İyi günler dileyip arabaya bindi.
Kokoreççiyse canının çektiği belli olduğu halde varlıklı bir adamın neden kokoreç almadığını anlamaya çalışıyordu.
Önce saatine sonra para kutusuna baktı. Allah bereket versin, dedi.
Kızının doğum günü pastası için puding, süt ve bisküvi parasını çoktan çıkarmıştı. Geç kalmamalıydı. Ayakkabıcı hava kararırken kapıyordu. Kalan kokoreci de akşam yemeğinde yiyebilirlerdi.
Seyyar arabasını kentin dışındaki gecekondusuna yöneltti.
Villadaki adamsa ipek bornozunu giymiş ve akşam yemeğine oturmuştu. Aşçısı gümüş tabaklarda haşlanmış tuzsuz patatesi, diyet ekmeği ve yağsız peyniri sundu. Yanında suyu vererek;
-Efendim, tansiyon ve şeker ilaçlarınız…

Bir yanıt yazın