Edebiyat Hocamız Mükrimin Bey. Adı gibi kendi de eski bir adamdı. Kendi zaten her fırsatta söylerdi. “Ben eski kafalı bir adamım. Daktilo ile yazarım. Plaktan dinlerim musikiyi. İstanbul’a sevdalıyım.” Ama bunları söylediği yer sınıftı. Yani hepsi ergen olmuş ve hormonların istilasına uğramış bir edebiyat sınıfı! Sivilcesiyle konuşan kızların, saçlarıyla başları dertte olan oğlanların hiç umurunda değildi. Mükrimin Bey dolma kalem kullanır. Yeşil mürekkep çekilmiş kalemine kutsal emanet gibi davranırdı. Roman kahramanlarından arkadaşları vardı. Bir de her zaman uğradığı çay ocağı. O böyle bir başına yaşar giderken. Okulumuza Gülru Hanım geldi. Mükrimin Hoca dolmakalemse Gülru Hanım da gül kokulu kağıt idi. Hakikaten yan yana durunca gözlerinize inanamayacağız kadar yakışıyorlardı. Mükrimin Bey hiç evlenmemiş bir adam. Gülru Hanım ise dul. Eşi beyefendi inşaat mühendisi imiş. Metro inşaatında çivisi tam çakılmamış bir iskeleden düşmüş. Düşer düşmez fık diye çıkmış canı. Gülru Hanım’ın öğretmenliği çok eski değilmiş ama kocası ölünce bir oğlu ile baş başa kalmış. Geçinmek lazım ne yapsın kadıncağız başlamış öğretmenliğe. Bu hikaye hemen yayıldı sağda solda. Ve bu hikayede eksik kalan tek yer sanki Mükrimin Bey’miş gibi herkes yakıştırdı. Oldu bu iş. Mükrimin Bey gibi çıtır çıtır kırılıyor bu kadın. İkisi birbirine yoldaş olur. Biri resim yapsın öbürü şiir okuyup musiki dinlesin dediler. Ve biliyor musunuz ne dedilerse onlar oldu. Mükrimin Bey’e bıraksalar olmazdı ya girişken hocalar araya girdiler. İkili bir araya geldi konuştu, anlaştı ve evlendiler. Üç ay içinde ilçemiz bu iki temiz insanı baş göz etti. Mükrimin Hoca’nın evi zaten okula pek yakındı. Gülru Hanım da oraya taşındı. Pazarda, çarşıda kol kola bize saadet havası yaşattılar. Eylül geldi okullar açılacak. Ve bir cam kırılması gibi arsız bir dedikodu yayıldı hızlıca. Meğer bu Gülru Hanım’ın oğlu çok yaramaz çocukmuş. Ot içer, adam döver, maçlarda olay çıkarır bir müptezel imiş. Dedikodular doğru çıktı. Yaramaz oğlan çıktı geldi. Mükrimin Bey ne yapacak diye beklemeye başladık. Okulda öğretmenler odasında anlatırmış Mükrimin Bey. Sürekli para ister, benim adetim değildir eve alkol sokmadım bugüne kadar. Ama bu oğlan ne annesi hanımefendiyi ne beni dinler. Sabır Mükrimin Bey dedikçe evet sabır der kafa sallar susarmış.
Mükrimin Hoca’nın susması devam ettikçe kafası, gözü yarılmaya başladı. Ben yakından takip etme imkanım olduğu için biliyordum. Öğretmenler derse gider. Oda boşalır. Mükrimin Bey kendi ders saatini beklerken ben sorardım. Efendim hayırdır gözünüze ne oldu? Mükrimin Bey o zaman sessizce bakar. Bir şey demezdi ama ben anlardım. Mükrimin Bey dayak yiyordu. Bu kadar acı bu kadar çıplak bir gerçeği nasıl değerlendireceğimi bilmiyordum. Ama canımı sıkan şey evlendirmek için çırpınanlar şimdi her geçen gün çürüyen kapılar gibi gıcırdayan Mükrimin Bey’e hiç yardım etmiyorlardı. Kararımı verdim ve bir operasyon başlattım. Okul müdürünün damadı avukattı. Beraberce avukata gittik. Okul müdürümüz Hanifi Bey biraz kırk fikir, vesveseli bir şeydi. Nasıl olur ki falan dedi ama epeyce konuştum. Adam gözümüzün önünde eriyor efendim dedim. Ve müdür bey karısına dayanmazdı bilirdim. Efendim sizin başınıza böyle bir şey gelir de eşinize Allah muhafaza diyecektim ki elini kaldırdı sus dedi haydi gidelim avukata.
Avukat bize bir eylem planı hazırladı. Bir; hoca dayak yediği an hemen bir doktor raporu alacak. İki, vakit kaybetmeden reddi miras yapacak. Üç, boşanma işlemi başladığında kalacağı güvenli bir yer ayarlayacak. Biz müdürle birbirimize baktık. “Yahu adam boşanmak niyetinde mi bakalım?” Müdür o iş bende dedi. Ve ayrıldık avukatın bürosundan.
Müdür Bey üzerine düşen vazifeyi yaptı. Ben de odasındayken Mükrimin Bey’i çağırttı. Az sonra kapı tıklatıldı Mükrimin Bey her zamanki ağır gölgesi ile girdi içeri. Müdür kahve söyledi. “İçeri kimseyi almayın.” dedi. Ve direk konuya girdi. “Mükrimin Bey ister kız, ister darıl biz senin gidişatını hiç tasvip etmiyoruz. Nedir kuzum durum anlat ne olur?” dedi. Mükrimin Bey kafa salladı, “Benim durumum benim de hoşuma gitmiyor esasen. Ama ne yaparsın kapıldık gidiyoruz.” Ve kahvesinden uzun yudumlar alıp boğazını yağlayarak anlattı Mükrimin Bey. “Oğlanın para talebi bitmiyor. Annesi müdahale etsin dedim ama kadın oğlunu görünce lal oluyor. Oğlan ile bizim şiddetli kavgamız oluyor. Gücüm yetmiyor efendim.” Tam bu sırada gözleri doldu. Bir zaman sustu. Ağlayan birini seyretmek ne zormuş. Biz de zorlandık. Mükrimin Bey, bağışlayın efendim burada böyle çocuk gibi ağlamak hoş değil lakin diye devam etti. “Ben çok yanılmışım. Gülru Hanım’ı böyle bilmezdim. Gerçi bildiğim bir şey de yoktu. İşte siz de biliyorsunuz burada tanıştık.” Müdür idarecilik alışkanlığı ile direk sordu. “Sen bu kadını artık istemiyorsun değil mi?” “Evet” dedi Mükrimin Bey, “Ben soğudum efendim, soğudum bu kadından da oğlu olacak zibididen de. Bağışlayın lütfen” Müdür Bey gür sesiyle bağırır gibi konuştu. “Ne bağışlaması efendim haza zibidi bu oğlan sizin anlattığınıza göre”
O gün odada operasyonu Mükrimin Bey’e de anlattık. “Oh!” dedi. “Ne iyi dostlarsınız. Operasyon ilerlerken bir gün Müdür Bey odasında baskın yedi diye duyduk. Hemen koştum. Öğrendik ki. Gülru Hanım’ın yaramaz sıpası afedersiniz Müdür Bey’in odasını basıyor. Müdür Bey masasındaki tel zımba ile oğlanın kafasını yarıyor. Oğlan da odada cam çerçeve bırakmıyor. Müdür Bey sarsılmış ama sakin sayılır da Mükrimin Bey’i görmelisiniz. Adam resmen titriyor. Çirkef şey buraya da bulaştı diye çırpınıyor. Avukat kayınpederi olan Müdür Bey’e olan baskını haber almış hemen geldi, “İşte şimdi yaktım seni!” dedi. Ve hakikaten yaktı. Oğlan vazife başındaki memura darp suçundan devlet malına zarar vermekten falan filan derken soluğu içerde aldı.
Gülru Hanım ile Mükrimin Bey’in TRT radyolarındaki arkası yarınlar gibi dantelli hikayesi mahkemede bir celsede bitti. Ayrıldılar. Gülru Hanım tayin istedi gitti. Maddi olarak herhangi bir şey vermedi Mükrimin Bey. Onu yolda sokakta görenler, “Aman…” dediler. “Böyle iyi. Sen kitabını oku, plağını dinle efendim evlilik falan zor işler bunlar.” Mükrimin Bey o zaman kendinden beklenmeyen çeviklikle konuşurdu. Haydi efendim haydi işinize bakınız. İlle de evlen diye başımı yaktınız. Rica ederim konuşmayın…
Mustafa ÇİFTCİ