Hem Okudum Hemi de Yazdım

995311_1678486505765009_2118404911521414589_n

Fuzûlî merhumun “Bir nokta gözü kör eder” mealine gelecek bir ifadesi vardır, malum. Arap alfabesi ile yazılan eski metinleri okurken ya da bu alfabeyle yazarken dikkatli olmak gereğine işaret vardır bu ifadede. Çünkü, mesela z harfinin noktası ihmal edilirse, “göz” yazmak murat edildiği hâlde “kör” yazılmış olur. Yanlış okumalar bazen okuyanı zor durumda bırakabilir, bazen ortaya ilginç bir nükte çıkmasına sebep olur, bazen de insanı düpedüz kepaze edebilir.
Bu anlamda öğrenci kağıtlarında çok çarpıcı örnekler mevcuttur, hocalar bilir. “Firârî”yi “Ferrari” okuyanı mı arasınız, “Sagîr”i “Sığır” okuyanı mı, “El-kıtrik bi’l-gunne”yi “Elektrik balığına” okuyanı mı… Artık öğrencinin hayal dünyasıyla mütenasip neler neler çıkar ortaya…
Sadece öğrenci kağıtlarında değil, alanda iddia sahibi olanların okuma hatalarına da şahitlik etmişliği vardır fakirin. Mezar taşlarında sık rastlanan “Nevverallahu” yani “Allah nurlandırsın” ifadesini “Nurullah” diye okuyan ve hatta kabirde yatan ademoğlunun adının Nurullah olduğunu söyleyen bile var.
Fakirin de başına gelmişliği vardır bu tür okuma hatalarına maruz kalmaların. Bir yazma metinde pe, ye, kef, elif ve ra harflerinden oluşan bir kelime çıkmıştı karşıma mesela. Evirdim çevirdim ama bir anlam veremedim. İlk bakışta “peykâr” ya da peygâr” gibi bir şey gördüm. Ama manâ nedir diye baktım, hiçbir şeye benzetemedim. Meğer “pınar” yazıyormuş efendim. Bunu çözmem epeyi bir vakit almıştı, itiraf etmeliyim.
Bundan daha az vakitte çözdüğüm bir başka kelimeden bahsedeyim. Sin, kef, vav ve dal harflerinden mürekkeb bir kelimeyle karşılaştım. Sükût dedim olmadı, zira te ile bitmesi gerekirdi bu kelimenin. Acaba müstensih hatası mıdır diye bilmişlendim bir ara. Sonra anladım ki “söğüd”müş bu kelime. Bilecik ilçesi olan Söğüt yani.
Çuvaldızı ele batırmazdan evvel iğneyi kendime batırma vazifemi ifa ettikten sonra, asıl örneklere geçmek vaktidir..
Meşhur fıkradır. Köyün birinde insanlar abdest alırken –haşa huzurdan- büzüklerini oynatmaktadırlar. Mesele sonradan anlaşılır. Meğer imam efendi cemaate abdest bahsini okurken, ye harfinin noktalarından birinin silinmiş olmasından dolayı, “yüzüklerinizi oynatın” ifadesini “büzüklerinizi oynatın” olarak okuyuvermiş. Cemaat de buna uymuş… İşte tıpkı bunun gibi bir örnek:
Adı bende saklı bir ahbabım anlatmıştı. Mahkeme zabıtları olsa gerek, bir metni çevirme vazifesini uhdesine almış. Mahirdir bu konuda, yazdığı okunur, çevirisine itimad edilir. Ancak talihin bir cilvesine kurban gitmiş. “Cürm-i cinâyet” ifadesi çıkmış karşısına. Ne yazık ki ye harfinin bir noktası silinmiş metinde. Bir anlık gafletine gelmiş. Sonuç tam bir facia: “Cürm-i cenâbet”!
Yine adı bende saklı bir yüksek lisans tezinden son derece fahiş bir okuma hatasını dikkatlerinize ve insafınıza sunmak isterim şimdi de. Mezkur tez, bir divan şairinin divançesinin latin harfleriyle neşri üzerine hazırlanmış. Sultan Abdülmecid’e methiye olarak yazılmış mütekerrir mısralı bir murabbada, tekrar eden mısrayı eleman şu şekilde okumuş: “Şebek kadar sa’âdet günlerin ıyd-ı sa’îd olsun.” Şebekliğin bu kadarına da pes doğrusu! Gözden kaçmıştır diyeceğim ama her dörtlüğün sonunda tekrar ediyor bu mısra, tegafül etmek mümkün değil. İnsan en azından şunu düşünür yahu: Bir şair, bir padişaha şiir yazacak ve o şiirde padişaha “şebek kadar saadet” dileyecek. Olur iş mi bu? Adamın divanını başında paralarlar maazallah. Hiç mi şeb-i kadr yani Kadir Gecesi diye bir terkip görmedin be mübarek. Kelime kadrosu zaten doğru okuyuşun ne olduğun ortaya koyuyor. Az biraz fikretsen gün gibi çıkacak ortaya. Ayrıca vezin de aksıyor bu şekilde. Dört mefâîlün ile yazılmış bütün mısralar, bu mısra neden aksak vezinli olsun ki? Dahası, madem o kelimeyi “şebek” olarak okudun, inceleme kısmındaki “Eserde Adı Geçen Hayvanlar” faslında neden şebeği zikretmedin?!
Velhasıl, bu mısranın doğru okunuşu “Şebin kadr-i sa’âdet günlerin ıyd-ı sa’îd olsun” şeklindedir. Yani, “Gecen Kadir Gecesi, günün mutlu bir bayram olsun”. Bu kadar basit…
Bir anekdot olarak anlatılır. Sonradan okur-yazar olmuş nev-heves bir zât, yanındaki ehibbasına caka satmak için olacak, edindiği yüksek(!) ilimden bahsetmektedir. Üsküdar’da sahilde bir kahvede çay içiyorlardır. Bir vapur geçer. Vapurun üzerinde bir yazı görür arkadaşları. Oku şu yazıyı derler. Bizimki gaza gelir ve ağzını eğip bükerek okur:
İnnâ tûlî ve bûrî!
Pekâlâ manâsı nedir? Elbette cevap yok. Arapça bir ibare zannetmiştir kuvvetle muhtemel. Oysa gayetle Türkçedir yazan: Anadolu Vapuru!
Yine böyle bir zâtın yolu bir camiye düşer. Duvarlarda asılı levhaları okuma gayretine kapılır. İlk levhanın başına geçer, bir müddet bakar ve heceleye heceleye okur: “Mezamez balıkdır emezmez ilikdir.” Bir yanlışlık yaptığının farkına varmış mıdır bilinmez ama söylediği şeyin hiçbir anlamı yok. Oysa levhadaki yazı Arapça bir kelam-ı kibar: “Men âmene bi’l-kader emine mine’l-keder”. Yani, kadere iman eden kederden emin olur. Meğer nun harflerini z gibi okumuş garibim, hâliyle bir şeye benzetememiş ve ortaya bu şahane(!) kelam çıkıvermiş. Daha basit bir levhanın önüne getirmişler. “Nûrun alâ nûr” ayeti var levhada. Bakmış bakmış ve kendinden emin bir eda ile okumuş: “Ne var Ali ne var!”
Şair Halide Nusret, kız lisesinde edebiyat muallimliği yaparken, bir derste bir metin okumaktadır. Metinde “eşk-i hüsn” diye bir ifade geçer. Güzelliğin gözyaşı gibi zarif bir anlamdır ihtiva ettiği. Ancak gerçek hiç de öyle zerafet arz eder cinsten değildir. “Eşek Hasan” yazmaktadır aslında. Bunun anlattıktan sonra der ki, kızlar o kadar naziktiler ki, bu gafı farkettikleri hâlde hiç biri yüzüme vurmadı…
Bu satırların yazarında bu nezaket hak getire. O yüzden haddini aşmak pahasına bu yanlış okumaları dile getirdi. Denk gelirse dile getirmeye devam edecek. Mazur görüle…

 

ⓘⓓⓔⓑⓘⓨⓐⓣ

Ali Tavşancıoğlu

Bir yanıt yazın