Kofret Yemeyen İki Erkek

2CAFC3B62C5448FA

Ali Tavşancıoğlu’na

 

Otobüsten ne zaman indiler?

Ne vakit elleri ceplerinde arsız bir ıslığın peşine takıldılar?

Ne zaman polis onları çevirdi?

Polis neden kırmızı gömleği dert etti de burunlarından fitil fitil getirdi?

Sorular çok amma mesele basit. Şöyle ki muavin kısmının işi belli olmaz. Bakarsın içine bir merhamet damlar da seni para almadan gideceğin yere atar. Bir bakarsın üç liralık yere on beş lira ister. O gece de öyle oldu. Üç liraya razılar verecekler. Haydi gecenin bu vakti beş liraya da tamam. Olsun olsun da on lira olsun. Ama on beş lira ne demek? Nasıl bir hesap? Nasıl bir akıl? Nasıl bir vicdan, merhamet?

Aşağı yukarı deyip pazarlık etseler de…Sen soylusun, boylusun gel etme deseler de olmadı. Muavin olmazlandıkça sinirler gerildi. Sinirler gerilince ne olacak? Nasıl ki iki keçi aynı köprüde duramaz da biri atlar ya da geri çeklir ya da pes ederse… İşte o gece “İndir öyleyse beni” dedi Sakallı. “Ben bu paraya gitmem arkadaş” O böyle efelenince Kırmızı Gömlekli de atladı; “Ben de gitmem hacı abi.”

İndiler.

Otobüsün hiç kulağı duymadı. Ağır ağır kalktı. Yokuş aşağı tembel kadınlar gibi yürüdü. Muavin de arkalarından baktı azıcık. “Haydi bulun bir araba da gidin bakalım kırtıpiyoz dürzüler.”

Saat gece yarısına yakın. Ankara soğuk. Gelen giden kimse yok. Tek tük arabalar geçiyor amma otobüs cinsinden haber yok.

Dediler ki burada beklersek olmaz. Yavaş yavaş yürüyelim. Yol ayrımında buluruz belki. Yürümeye başladılar. İşte o zaman sakallı olan bir ıslık tutturdu. Yürüdüler epeyce. Saat kısmı haindir. Adamın inadına inadına tik tak tik tak ilerler. Demez ki bu adamlar da yayın yapıldak ortada kalmışlar. Azıcık yavaş ilerleyeyim. Bunlar otobüs bulana kadar vakit iyice geç olmasın. Saat bunların hiç birini demedi. Arkasından atlı geliyor gibi koştu da koştu. Sonunda saat geldi gece bire dayandı. Sakallıyla, Kırmızı Gömlekli yürürlerken karşılarına polis çıktı. Gelin bakalım efendiler. Nerden böyle aheste aheste. Bizimkiler anlattılar. Muvain çok istedi. Biz de vermedik. Vermeyeni otobüsten atarlarmış. Adet böyleymiş. Bizi de attılar bir güzel dediler. Polis dedi ki, yok canıım atmamışlardır. Siz kendiniz inmişsinizdir. Bizimkiler sevindi. Polis adamın hasından anlıyor dediler. Polise ısındılar azıcık. Polisler iki kişiydi. Birinin ağzında sigara büyük adam emziği olmuş emiyor da emiyor. Sonra ağzındaki sigarayı eline aldı. Ağır ağır külünü döktü. Bana bakın la çakallar. Adam olup da anlatacak mısınız yoksa… Polis “yoksa” dedi gerisini getirmedi. Ama polisin gözleri ağır sövdüler. Sakallı dayanamadı. Neymiş dedi. Yasak mı memur bey. Yasak mı burada gezmek? Polis yemedi tabii bu yalandan diklenmeleri. Bakın aslanım dedi. Nasıl yaptınız güzelce anlatın da bizi de yormayın.

“Neyi nasıl yaptık la biz?” dedi Sakallı, Kırmızı Gömlekli’ye bakarak.

Orada polislerin yanında ne kadar kaldılar bilmiyorlar. Ama saat fırsatını bulmuş tik tak tik tak gece ikiyi geçer olmuş. Meğer o civarda bir soygun olmuş da. O soygun da merkez bankası değil ya el kadar bir bakkaldan sigara, azıcık para biraz da “kofret” çalınmış. Görenler demişler ki alıp kaçanlar iki kişiydi. Biri de kırmızı gömlekliydi. Polislerden sigara içeni ağzında sigara ha bire soruyordu. Ula oğlum her şey tamam da “kofret” çalmasanız olmuyor muydu? Ardınızdan ağlaşan yavrularınız mı var la sizin?
O gece önce muavin sonra polisler hiç laf anlamadılar. Sakallıyla Kırmızı Gömlekli epeyce uğraştılar ve sonunda polisi ikna ettiler. O gece onlar memlekete gitmek isteyen iki kişiydiler. Ne soygundan ne “kofret”ten hiç haberleri yoktu. Eh öyle olsun bakalım diyerek polis bizimkileri gönderdiğinde saat artık üç olmuş. Bir yandan pişmanlık. Öbür yanda polisler. Ha bire bastıran soğuk yüzünden uyuşan etleriyle yürüye yürüye kavşak yerine geldiler. Bekle babam bekle. Gelen giden yok. Sakallı iyice bozulmuş sinirleriyle ağzına geleni saydı döktü. Muavine, polislere, bakkal soyan piçlere… Sövdükçe rahatlamak yerine daha da hırslandı. Hırslandıkça acıktı. Bir de “kofret” olsa yenirdi şimdi dedi Kırmız Gömlekli. Sinirleri boşaldı iyice, güldüler. Otobüsten indiklerine mi? Polis ile dalaştıklarına mı? Yolda kaldıklarına mı? İşte artık neye güldülerse güldüler. Sakallı dedi ki bu böyle olmayacak. Buraya artık otobüs gelmez. Bir taksiye atlayıp gidelim terminale. Orada muhakkak buluruz. Bulamazsak da en azından kapalı yerde uyuruz.

Dedikleri gibi yaptılar. Saat üç buçuğa doğru akarken… Otobüse on beş lira vermeyen kafadarlar taksiye otuzar lira verip toplamda altmış liraya terminale düştüler. Sakallı içinden kavruluyordu. “Muavin ocağın batsın. Ne olurdu on lira deseydin. Benim erkekliğim tutmazdı o zaman. Kırmızı Gömlekli de bana bakıp efelenmezdi. Zor da olsa verirdik onar lira. Sonra otobüs sıcak, vur kafayı yat. Üç saat sonra eve gelmiş olurduk”

O gece yoruldular, çünkü epeyce yol yürüdüler.
O gece polis bunları çevirdi çünkü bakkal soyulmuş. Soyanlardan biri kırmızı gömlekliymiş.
O gece yemin ettiler. Ömür boyu “kofret” yemeyecekler…
O gece otobüse on beş lira vermediler. Ama taksiye otuz lira verdiler.
Yoruldular. Ezildiler. Üşüdüler. Moralleri bozuldu. Ayak üstü soyguncu oldular. Ama muavin olacak serseriye on beş lirayı yar etmediler. Namımız yürüsün şu Ankara’da dediler…

ⓘⓓⓔⓑⓘⓨⓐⓣ

Mustafa Çiftçi

Bir yanıt yazın