29.12.2014
Zaman Kapsülü
Küçük Betül, camdan yapılan raflardaki eserlere büyülü gözlerle bakıyordu. Kırık dökük eski püskü vazolar, stellerin, çömleklerin sergilenmesine bir anlam veremiyordu. Gördüğü toprak kapların ve aletlerin kullanılacak tarafı yoktu. Evde bile daha çok işe yarayacak kaplar vardı. Üstünde kabartması kaybolmaya yüz tutmuş asırlık sikkeleri inceledi. İki üç gramı geçmeyecek metaldendi bunlar. Kuyumcuya götürsen beş lira ya verirlerdi ya vermezlerdi. Çarşıdaki gümüşçüde daha iyisi vardı.
Arkadaşları da sırayı bozmadan geziyorlar, nefeslerini tutuyorlardı. Öğretmenleri çocukları uyardı. Herkes müzedeki gizemi çözecek rehberi dinlemeye koyuldu:
-Çocuklar müzemizdeki en eski eser iki bin beş yüz yıllıktır. Şu karşıda gördüğünüz kılıç Anadolu’da yaşamış uygarlıkların savaşta kullandığı aletlerdendir. Atalarımız, yaşadıkları zaman diliminde bu kapları kullanmışlar. Köşedeki paralar ise Milattan sonra dördüncü yüzyıla tarihleniyor. Sikke olarak adlandırılan bu madeni parçaların basımından bir süre sonra İmparator Valens Vizigotlarla savaşta hayatını kaybetti. Bu sikke de o savaşta ganimet olarak alınmıştı.
Betül’ün kafası karışmış merak ve heyecan içindeydi. Parmağını kaldırdı. Müze görevlisinin söz vermesi ile adeta bir soru yağmuruna tuttu;
-Tarihi eserler niçin var? Ne işe yararlar? Bize ne katarlar? Kıymetli midir? Kıymetliyse ne kadar eder? Soruları karşısında öğretmeni gülümsedi. Meraklı öğrencisinin ilgisine sevinmişti. Heykelin yanında sıralanan öğrencilere seslendi:
-Arkadaşlar, tarihi eserler atalarımızın bu topraklarda yaşadıklarının bir delilidir, geçmişten gelen bir mektubudur diyebiliriz. İmparator Valens’i bu sikke sayesinde öğreniyoruz. Tarihi eserler bizim geçmişi anlayıp geleceği oluşturmamız için var. Geçmişte yaşananları açıklamasına yarar, bize hafızamızı kazandırır ve onların insanlık tarihinde ölümsüz hale getirir. Kıymetine gelince az bulunması ve eski olmasına göre değerleri –paha biçilemez- fiyata gelebilir.
Betül konuşmaları hem dinledi hem de elindeki fotoğraf makinesi ile nadide antika parçaların resimlerini çekti.
Öğretmeni müzede gördükleri hakkındaki düşüncelerini yazmalarını hafta sonu ödevi olarak istemişti.
Cumartesi sabahı kalktığında çalışma masasına oturdu. Kompozisyonu yazmaya başladı. Başlık olarak GEÇMİŞTEN GELEN MEKTUP adını koymuştu. Hatırlanmanın ölümsüz kalmak olduğunu yazıyordu.
Anne babası henüz kalkmamıştı. Aklına parlak bir fikir geldi. Süs eşyalarını ve makyaj malzemelerini koyduğu küçük kutuyu kitaplıktan aldı. İçine küçük bir resmini koydu. Koleksiyon olarak topladığı eski madeni paralardan üç beş tanesini de kutuya attı.
Mutfağa gitti. Annesinin türlü yaparken kullandığı toprak güveç kabını bulaşık makinesinden aldı onu da diğerlerinin yanına koydu.
Babasının keserini aldı. Bahçeye çıktı. Köşedeki çalıların dibine geldi. Kazmaya başladı. Kutunun üstünü örtecek kadar kazdı. Hatıra defterinden bir sayfa kopardı ve yazdı:
‘Tarih 21. Yüzyılın başları: 2018. Ben Betül Handan. Handan ailesinin tek prensesi… Hasan Paşa ilkokulunun başarılı öğrencisi, Şık Betül…
Siz bu dili çözmeye çalışırken ben tarih sahnesinden çekilmiş olacağım. Kutudakiler size bugünü aydınlatmak için saklanmıştır.
Hatırlamanız adımı yaşatacaktır. ‘