Yeraltı
Her vardiya başlangıcı buralar hareketlenir. Servisten inenler sözleşmiş gibi gideceği yeri, oturacağı noktayı bilirler. Ne kadar karamsar çıksalar da evlerinden ocak girişinde bayram havası estiren birileri vardır mutlaka. Şakalaşmalar, tokalaşmalar ve güler yüz eksik olmaz.
Vardiya girişi yoklama alınır. Bu yoklamalar öğrencilik veya askerlik yıllarını hatırlatsa da durum aslında tam olarak öyle değildir. Yoklamada varsan yevmiyen tam yazılır. Yoksan maaşın bir yevmiye eksiktir daima. Sen hasta olmuşsun, çocuğun, eşin hastaymış; dert sahibi olmuşsun bunlar önemli değildir. Önemli olan içtimada var olup olmamandır? Varsan yevmiyen tamdır.
Kömürün vagonlara doldurulup yukarı çekilmesi emeğin güneşle buluşmasıdır. Hani bir vagon fazlamız olsa kimse bize ödül vermeyecek ama emeğin yeryüzüyle buluşması tüm yeraltındakilerin göğsünü kabartır. Uzun kış geceleri komşu gezmelerinde sobadan çıkan çıtır çııtır kömür sesi kulaklara çarptığında gecenin konusu belli olmuştur:“yer altı”. Gece boyu yer altı konuşulur. Yer altı maceralarından başka da anlatacak bir şeyi yoktur madencinin. Üç beş seneliklerden dile kolay yirmi üç senelikler. . Evet en kıdemlisi tam yirmi üç sene kükürt kokusu ve karanlıkla akraba olmuştur. Yeryüzü ile yeraltında yirmi üç sene gidip gelen bir insanın anlatacak başka nesi vardır.
Makinelerin kulaklara hediye ettiği ritim, o kadar hüzünlüdür ki bütün arabesk şarkılar çalınsa o kadar etkilemez insanı. Çünkü her bir sesin hüzünlü bir hikayesi vardır. İş kazaları çoğu zaman kaçınılmazdır. 95’te meydana gelen grizu patlamasında onlarca arkadaşını kaybeden yer altı işçisi için ölüm ciddiyete alınası bir durumdur. Tanınamayacak haldeki arkadaşlarını göçükten çıkarma derdine düşmüş madenci yüzündeki her kıvrım bir acının dışavurumudur aslında. İnsan düşüncesinin sınırı yoktur. Çolunu, çocuğunu, eşini düşünür insan. Göçük altındaki arkadaşını düşünür. Grizudaki yakınını düşünür. Ama çaresizlik kötüdür. Karın doyurmak iyidir ama çaresizlik kötüdür. Yüzlerce insanın karnı doyar. Müdürü, işçisi, muhasebecisi, şoförü, patronu, mühendisi, teknisyeni, burada çalışan yüzlerce insan evine ekmek götürür, rızık peşindedir; ama çaresizlik kötü bir mevsimdir.
Her gün aynı yolu yürür madenci. Hüzünle girer, hüzünle çıkar. Yerin 250/300 metre altında bir yurt edinir kendine. Kimi başı dik yürür, kimi tevazudan eğilmeyi de bilir. Öyle geçitler vardır ki menzile ulaşmak için, sürünmek de lazımdır. Ekmek parası deyip, çoluğumun çocuğumun rızkıdır deyip sabırla hayallerini kazar. Çamur yeraltının bitki örtüsüdür, kükürt ise parfümü. Astımlı birinin yeraltında bulunması ölümcül sonuçlar doğurabilir ama çaresizlik elini kolunu bağlar maden işçisinin.
Yeraltında gündüz yoktur, güneş yoktur. Renk yoktur, telefon çekmez, kuş uçmaz, kervan geçmez. Yeryüzüyle tek bağlantı işareti sirenleridir. Her yemek, faslı muhabbettir. Kuru ekmeğin yanında, bir kase çorba, kuru soğan, bir bardak sudur ziyafet. Herkes evinden karınca kararınca bir şeyler getirir. Sefer taslarından çıkan biraz sulu biraz soğuk aşlarla kurulur sofralar. Kimin canı ne isterse onu yer. Bu sofrada yenen yemeğin tadına doyum olmaz. Sadece bir öğünü aileleriyle yiyen işçilerin sair vakitleri hep yeraltında geçer. Yeraltında sabırsızlıkla beklenen iki vakit vardır: yemek vakti ve iş çıkışı.
Çalışma şartlarının gün ışığına kapalı olması güneşle aralarındaki bağı kopartamaz. Çoğu zaman vardiyaya gelirken görürler gündüzü. O da bir/ iki saati geçmez. Bu yüzden güneş çok değerlidir. Bir iki saat hariç koca bir karanlıktan ibarettir hayatları. Çalışma şartlarının karanlığı, kömür karasıyla birleşince kapkara bir yazgı çıkar ortaya.
“Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası”
idebiyat
Ömer Faruk ÜNALAN