Kafamdaki tiyatro oyununa bir türlü başlayamamıştım. Günlerdir saatlerce bilgisayarın başında oturmuştum. Fakat ilk cümleyi bir türlü tamamlayamıyordum. Çaresiz, bir konuşma oluşturup oyunu ilerletemiyordum.
Oyun, dedenin sahneye gelmesi ile perde açacaktı. Fakat seyirci ile merhabalaşacak giriş sözlerinde kararsızdım. Etkileyici bir şey olmalıydı.
Bulanık bir zihinle dizüstü bilgisayarımın klavyesinde parmaklarımı gezdirdim. Başlık bana bakıyor, ben başlığa bakıyordum.
Gözümü kapadım. Rüya ile hayal arası, sanrıdan gerçek yakazadan net bir görüşle kırmızı perde usulca açıldı…
Dede rolünü oynayacak arkadaşım Salih, sahnenin tahta zemininde rolünü oynamaya hazırdı. Makyaj malzemeleri ile yaşlandırılmıştı. Elindeki bastonla Salih teatral bir tavır içindeydi.
O anda iç dünyamda sanatın ölümsüz bir eser bırakmak olduğunu hissettim. Sanatımın sahneden sonra zihinlerde yaşamasını istiyordum. Yazmak için gerekli o desteği bulmuştum. Klavyenin ucunda tuşlardan öte bir şey vardı. Bizi biz yapan bir şey…
Benim duygularımın, benim duyularımın oluşturacağı mesajı taşıyan bir eser. Yoktan var olan, sonsuzluğa mahkûm ruhumuzu kalemin ucunda süzecek bir eser. Kâğıda dökülse de her satırı ayna gibi bizi yansıtacaktı.
Birazdan sahnede dede canlanacak ve rolünü oynayacaktı. Işıkların altında, çamuru kurumaya yüz tutmuş bir heykel, son dokunuşları ile renk cümbüşü bir tuvalin albenisi gibi parlıyordu.
Sahnedeki dede gibi, insan da rolünü hayattan alıyordu.. Tek bildiğimiz tahta dekora, gölge oyunu yapan ışıklara ve görünmez bir nehir gibi akan zamana esir olduğumuzdu.
Daha da ötesi; hayatın bir oyun olduğu konusunu hiç irdelemiyorum.
Yazmaya bir türlü başlayamadığım oyunda, insanın dünyadaki hırsının acı sonuçları olabileceğini ve bizi esir etmemesi gerektiğini aksine hırslarımızın bize esir olması gerektiğini anlatmak istiyordum. Ancak böyle özgür ve onurlu olunabilirdi.
Oyunun önermelerine son kez göz attım. Sanatsal doyumun oluşturduğu haz ile notlarımın altına şu soruyu yazdım.
Şimdi değilse ne zaman?
O andan sonra dede rolündeki arkadaşım sanki gerçekmiş gibi hayalimde doğaçlama yapmaya başladı. Ben de seyirci koltuğuna oturmuş gibi ilham alarak not tutmaya başladım.
Başlamak bitirmenin yarısıdır, derler. Ben de oyunu yarılamıştım. Kulağımda bastonun sahnedeki tıkırtıları vardı.
Abdullah Yılmaz