Şemsettin B. Hakkındaki En Münasebetsiz Şey (II.)

damnation3.

(ilk bölüm için tıklayın.)


Şemsettin B. Hakkındaki En Münasebetsiz Şey

 

Şaduman B., küçücük mutfaklarındaki küçücük mutfak masasına oturmuş, pencereden içeri girmeye çalışırken ortasından yırtılmış sinekliğe takılan, dalları patlamaya hazır tomurcuğa durmuş erik ağacına bakıyordu. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Her zaman hinlikle buruşan dudakları, efkârla büküldü kaldı. Şemsettin ile Vildan’ın evlilik meselesine takmıştı kafayı. Bir an önce evlensin, yuva kursun istiyor, oğlunun neden bu konuda çekimser kaldığını bir türlü anlayamıyordu. Ne vardı işte, evlenselerdi ya, hem birbirlerinden daha iyisini mi bulacaklardı!
Şemsettin’in Vildan’a olan ısısızlığı ve ıssızlığını açıklayabilecek bir şeyler aradı Şaduman B., bulamadı. Alengire pek çalışan kafası, bu konuda bir anaokulu çocuğu saflığına bürünüyor, bir türlü gerçeği fark edemiyordu. Belki de kalbinde sevme ve sevilme istidadına pek yer olmadığı için Şemsettin’in Vildan’a olan ilgisizliğini açıklayamıyordu kendine.
Şemsettin ile Vildan, içeride oturuyorlardı. Bir bahaneyle annesinden izin alıp eve çağırdığı kızı, sözde oğluyla araları biraz ısınsın diye, mutfakta iş yapma bahanesiyle salonda yalnız bırakmıştı. Bırakmıştı bırakmasına ama, içeriden hiç ses gelmiyordu ki; konuşmuyorlardı! “Hararete bak sen” dedi içinden.. “Bunlar evlense,çocuk yapmaya üşenirler ayol..”
Nişanlılar, üçlü koltuğun ortasında, yan yana öylece oturmuşlar, konuşmadan, bakışmadan, sanki bir diğeri, bir diğerinin varlığından habersiz, hastane koridorunda randevu sırasını bekleyen hastalar gibi oturuyorlardı. Birbirlerinden pek çekindikleri söylenemezdi. Neredeyse tüm hayatları birlikte geçmişti. Vildan’ın burnunun sümüklerini,altına kaçırıp eve ağlaya ağlaya geldiği okuldaki ilk gününü, babası öldüğünde kendini yerlere atmasını,annesinin çalışmaya giderken kapıyı Vildan’ın üzerine kilitleyip gitmesini ve kızın tüm çocukluğu boyunca bir camın ardından sokakta oynayan diğer çocuklara imrenerek bakan hüzünlü ve donuk bakışlarını görmüştü Şemsettin. Aslında severdi Vildan’ı. Onunla bir sorunu yoktu. Annesi,evlenilecek bir aday olarak Vildan’ı sunduğunda,hayır dememişti. Evet de dememişti gerçi. Ne fark ederdi ki. Kim olursa olsun’du. Nasılsa kimse Melek değildi.
Şemsettin B., solunda sessizce ve beklentisizce oturan Vildan, içeride sorularına bir türlü mantıklı cevaplar bulamayan kaygılı annesi olduğu halde, başını sağa çevirmiş, karşı binanın 2.katının açık olan orta penceresine bakıyordu. Ahşap pencere eskimiş,boyası dökülmüştü. Yıpranmış olan macunları onarmak gerekiyordu. Belki de bir gün, pencereleri onarmayı teklif etmeliydi Kadriye teyzeye. Neden diye sorar mıydı? Oğluna söyler miydi? İşkillenirler miydi? Melek’e bir söz söylerler miydi sonra..

“yok. Olmaz..”
“ne dedin,duyamadım.?” dedi Vildan, gayri ihtiyari bir refleksle biraz daha yaklaşarak Şemsettin’e.

Şaduman B.,her zamanki gibi hep bir yere geç kalmış edâsıyla içeri girdi o sırada. Sesine neşeli enerjik bir hava vermeye çalışarak,
“hadi kızım annen seni merak etmesin. Bir daha izin vermez sonra” diyerek güldü.
Sanki çocuk kandırıyordu. Gerçi Vildan’ın küçük bir çocuktan pek farkı yoktu;dediğini yaptı Şaduman Anne’sinin. Şemsettin, kız giderken dahi hâlâ karşı pencereye bakıyordu. Allah’tan ,karşı pencereye mi yoksa sokağa mı baktığı pek anlaşılamıyordu da durumu kurtarıyordu!

Ne yapacaktı Şemsettin.. Bu durumla nasıl başa çıkacaktı. Yıllarca düşünmüş ve bir yolunu bulamamıştı. Otuz iki yaşına gelmişti. Annesi onu evlendirmeye çalışıyordu. Daha ne kadar devam edecekti bu böyle.

On beş yaşındaydı Melek’i ilk gördüğünde. Mahalleye taşındıklarından beri ilk kez bir düğün oluyordu. Tüm evlerde bir şenlik havası! Yazdı. İnsanlar,cömertçe sarkmışlardı pencerelerden. Sokak baştan başa rengarenk dolmuştu. Gelin gelecekti karşı eve.
Adamlar,kadınlar,çocuklar.. Son raddede kafa şişiren davulcu ve zurnacı.. Fazla kalabalığı sevmezdi Şemsettin ama o günün neşesi öyle sinmişti ki her şeye,tüm bunlar katlanılabilirdi onun için bile. Derken yokuşun altından bir koşuşturma başlamıştı,gelin arabası geliyordu,kırmızı bir chevrolet! Bahşiş almak için koşuşan çocuklar oldu. Şemsettin katılmazdı öyle işlere. Tüm gözler gelini beklerken,gelin arabadan indi. Başında kırmızı bir duvak. Münasebetsiz kalabalık, merakla üşüşmüştü gelenlerin başına. Orada her ne olduysa bir kargaşa,bir rüzgar,bir el mi artık her neyse.. Düşüverdi gelinin kırmızı örtüsü başından tam da Şemsettin’in önüne. Gelin,(yani Melek) birden ne oldum derken uzanıp kırmızı örtüsünü almak isteyince,göz göze geldi Şemsettin’le.

Düğün gününde karşı komşusunun karısına âşık olacak kadar bahtsızdı işte Şemsettin B.

 

 

(devam edecek..)

 

 

ⓘⓓⓔⓑⓘⓨⓐⓣ

Deniz Zehrâ

Bir yanıt yazın