seksen altıncı ayet

sana adımlarını saymak istiyorum

cızırtılı bir teselliye akacak hayat
sinematografik duracak uzun susuşlarımız
yetmeyecek bu da
çok arabesk diyecekler hıçkırığımıza
iadeli taahhütlü sevdalara mektup taşıyacak kargolar
ucuz rujlarda şube açacak yalnızlık
sesini kocalarının boynunda asılı bırakıp
baba evine dönecek kızlar
ayak bileklerinde hevesleri kaçacak halhalların
çingeneler, taşeronlar ilişecek sözlerin pazarına
defalarca başa alınan şarkılara
ödenek bulamayacak şairler
yüzümüz günlerin akıntısına bir ceset gibi sinecek
göbeğinden sarıp geceye tütünü
tam da Yusuf Suresi’nin hizasından
sadece Allah’a arz edeceğiz kederi ve hüznü
sonra elektrik direkleri geçecek yanağımızdan
ve sonunda kendisinin kapısına dayanan
bir haciz memuru olacağız
soluğumuzu süreceğiz hayatın buruşuk yüzüne
tabut yüklü kalpler geçecek günlerin içinden
akrebin beşi ağırlayacak sabahın kumrulu güzelliğini
sinüzitli bir çarşambayı saklayacağız hatıra diye
yine uyanacağız ve
hiçbir kelime dindirmemiş olacak yorgunluğumuzu

sana adımlarını saymak istiyorum

her paragraf başında
sevişmeye bile mecali kalmayacak şiirin
onu ne tütün
ne de sevgilinin uzun susuşları tokatlayacak
müebbet bir gelişin iç organlarını boşaltacağız
hep gizli kalacak sevenlerin güneşe serilen postları
ve hatıraların gündeminden uzak yaşamak
kan ter içinde bırakacak bizi
hiçbir mısraya açmadan geceliğimizi
kirpiklerimizden daha hızlı çarparak kapıyı
aynaların tehditlerini bertaraf edeceğiz
hiçbir sis inmeyecek yüzümüze
gündem hep aynı kasveti servis edecek
hakkı rahmetinde yağmura sığınacağız
dağları soyutlayacağız mesela
yatağımıza vuracak dalgalar
takatsiz düşüncelerimizin kıyısında ölü balıklar gibi gezinecek kelimeler…

sana adımlarını saymak istiyorum

hiçbir şey ardına gizlemeyecek dünyayı
kiralık lojmanlar
kokteyller
filistin
kafamızın içi krematoryum
kafamızın içi kumru yuvası değil
simdi
yüreğime
bir serçe gibi
Yusuf suresinden bir ayet ilişecek
benden ta Küba’ ya doğru uçacak.
o vakit
nerde olsak bile
tanıyacak mıyız yüreğimizi
yoksa çevirip yüzümüzü
yolumuzu mu değiştireceğiz
son defa müsaade isteyip
gecenin putunu devireceğiz
önümde ölüm ve hayat/danışıklı dövüş
her biri yalvaran gözlerle bakıyor bana

sana adımlarını saymak istiyorum

kar yağıyor yürümelerime
hayat bir kumru boynu kadar uzun değil
Yusuf’un kuyuya neden atıldığını düşünerek yürüyorum
kafamın içi krematoryum
ruhumuz gasp edilmiş:
ışıltılı dev reklamlar cilalıyor düşüncelerimizi
büyük harfler sarkıyor kibirlerden
tırnakları uzamış, yabani ve sevimsiz alkış sesleri
faturalar, banknotlar, devlet
borsa, süslü bir yumruk, sürpriz hediye çekilişleri
kafamızın içi krematoryum

adımlarımı hızlandırıyorum

“ne varsa dökmeye çalıştım
gecenin samanlığında aradığım
varmadan sabaha
usul usul diziyorum
kendimden geçmişim
kimse örtmemiş üzerimi”

koşuyorum

kahredici bir telaş içinde dökülüyor takvim yaprakları
sonu gelmeyen bir şölene dönüyor bu bekleyiş
sürpriz yer yatakları buluyoruz
nöbetimiz bitince
boğazımız söyleyemediklerimizden
kuru bir dere yatağına dönmüş olsa bile
çekinerek müsaade istiyoruz
kimse duymuyor
önce iki elini de çekiyor saatler göğsümüzden
sonra yüzümüzden sesin tülü kayıyor

geride kalanların susuşlarına güvercinler bile konmuyor

sana adımlarımı saymak istiyorum

kar yağıyor yürümelerime

Bir yanıt yazın