Ramazan Neşesi

Ramazan Neşesi

Ezan okunuyordu işte. Kuş sütünün dahi eksik olmadığı bir sofra kurulmuştu. Okunan ezanı akşam ezanı zannediyordu. Orucunu açabilirdi. Soğuk suyu içerek orucunu açtı. Hurmadan aldı. En sevdiği yemekler karşısındaydı. Kuru fasulye ve şehriyeli pilav…
Erik hoşafını görünce şaşırmıştı. Bu mevsimde erikler daldayken hoşafı olsun? Düşünmeden hoşaf tasına kaşığı götürdü. Nasıl yediğini anlamıyordu. Yediklerini hemen öğütüyor, sofrada da eksik olmuyordu. Yedi..Yedi…

Bir ses ile bu büyük ziyafet bitmişti. Gözlerini açtığında annesi:
– Onur. Oğlum öğlen okundu. Hadi kalk, gece uyuyamayacaksın, sesi ile irkildi. Etrafına bakındı. Ortada sofra falan yoktu. Ama ağzında o ziyafetin tadı vardı.
Yatağından doğrulurken oruç olduğunu hatırladı. Eyvah! Demek ki rüyasında akşam ezanı zannedip yemek yemişti. Mutfağa koştu:
– Anne ben yemek yedim. Annesi.
– Ne yemeği oğlum daha yeni kalktın. Hem sen çocuk orucu tutuyordun. Çocukların orucu öğlen biter, üzme kendini. Hadi kıl öğlen namazını da çocuk orucunu aç.
Onur’un morali bozulmuştu. Amacı büyük orucu tutmaktı. Ama rüyasında yemek yemişti.
Açlığı fazla hissetmiyordu. Buna karşılık Ramazan’ın yaza gelmesi ağzının kurumasına ve tatlı bir halsizliğe neden olmuştu. Gereksiz yere aç durmanın bir anlamı olmadığını düşünüp rüyadan kalma ağız tadıyla annesinin hazırladığı sofraya oturdu. Sonra öğlen namazını tereddütler içinde kıldı.
Morali bozulmuştu. İsteyerek görmemişti o yemekli sofra rüyasını. Acaba günaha girmiş miydi? Annesi çocukların oruç tutmalarının gerekmediğini ama büyüyünce zorluk çekmemeleri için küçükten alışmaları için çocuk orucu tutabileceğini anlattı. Şüphe içinde annesinin hazırladığı yemeği yedi. Kafasında yarım kalan orucu vardı.
Pişmanlıkla saatine baktı. Bu konuyu birine danışmalıydı. Annesi olamazdı. Çünkü çocukların oruç tutmasına gerek olmadığını düşünüyordu.
Merakla babasının çalışma odasındaki kitaplığa gitti. İlmihal kitaplarını karıştırdı. Buna rağmen uykuda yemek yemenin oruç bozmayacağı ile ilgili hiçbir şey göremedi. İkindi ezanı ile araştırmalarına ara verdi. İkindi namazını kılmak için abdest alırken annesi:
– Onur, istersen akşam namazına camiye git. Aklına takılan bir konu varsa müezzin Ahmet abiye sorarsın. O sana yol gösterir.
Evet, en iyisi Ahmet abiye sormaktı. Ahmet abi mahallelerindeki caminin müezziniydi. Yazları da Onur gibi çocuklara din ve ahlak dersi veriyordu. Hafta sonları da çocuklarla halı sahada maça gidiyordu. Onun bu konudaki bilgilerine güvenebilirdi.
Onur, akşam namazına yarım saat varken gitti Ahmet abinin yanına. O da Onur’a hurma tabağını uzattı. Ezandan sonra cemaate dağıtmasını söyledi. Yüzünden Onur’un halini anlamıştı:
-Anlat bakalım merak ettiğin bir konu mu var?
– Ahmet abi ben büyük orucu tutacaktım ama rüyamda yemek yedim.
Müezzin güldü;
– Ee… Rüyanın tabirini mi soruyorsun?
– Yok, yok. Oruç bozulur mu diye soracaktım?
– Tabii ki bozulmaz. Herkes söylemiştir. Ben de söyleyeyim şu anda oruçtan sorumlu değilsin.
Onur çocuk yerine konmaktan sıkılmıştı.
– Ben de büyük orucu tutmak istiyorum.
Müezzin Ahmet abi Onur’un üzüldüğünü anlamıştı. Yardımcı olabilmek için elleri ile bu ahlaklı çocuğun başını okşadı ve nasihat etti;
– Şayet kendini büyük orucu tutabilmek için hazır hissediyorsan tutabilirsin. Ama dinimizde bazı kolaylıklar vardır. Örneğin yolcular; bazen dini görevlerinde kolaylık sağlanır. Veya oruçlu olduğunu unutan insana yedikleri –hatırlayana kadar- Allah’ın ikramıdır. Dedi. İnsan unutan bir varlıktır.
Onur namazdan önce hurmaları dağıttı ve akşam ibadetini huşu içinde kıldı. Büyük orucu tutabilmesi için sahura kalkması gerekirdi. O yüzden teravihten sonra eve gidip erkenden yattı.


Orucu emreden Allah kuluna kolaylığını da getiriyordu. Yazın sıcağı ağızları kurutuyor, ter de sıvı ihtiyacını arttırıyordu. Onur da öğlene doğru kalkmıştı. Evlerinin bahçesine çıktı. O gün pek de gururluydu. Koskocaman adam olmuş da oruç tutuyordu. Annesi de balkon camından oğlunu izliyordu.
Çocuklar ellerinde topla Onur’u da oyuna çağırdılar. Oynamayacaktı ama o zaman da yalnız kalacaktı. Kabul etti.
Oyundan sonra eve geldi. Annesi çıkıştı:
-Oğlum oruçlu insan hiç enerjisini boşa harcar mı? Değiştir bakayım üstündekileri.
Onur gömleğini giydi. Yatağa uzandı. Saatlerin hızlı geçmesi için gözlerini kapayıp dua etti. Vakit geçmiyordu işte! Açlığa dayanabiliyordu. Ama ya susuzluk! Terlediği için de su kaybetmişti. Yine gözünü kapadı. Açtı yirmi dakika ya geçmiş ya da geçmemişti; boğazları kuruyordu.
Susuzluk yavaş yavaş ciğerlerini yakıyordu.

Saatler asır gibi geçiyordu. Mutfaktan yemek kokularından midesi gurulduyordu. Orucu bozmak istemiyordu fakat dayanamıyordu. Sıkıntılı bir anda müezzin abinin nasihati aklına geldi. Seccadeyi kıbleye çevirip oturdu. Başını öne eğdi;
– Unut, unut, unut…


Bir yanıt yazın