Pazar günü öğle namazına müteakip evde hatunun dırdırından yılan Hoca, kurtuluşu kendini dışarı atmada bulur. Mahallenin mecburi gezinme alanlarını nedensiz turladıktan sonra yapacak aktivite bulamayıp yoğurtçudan bir sitil yoğurt alır. Yoğurdu ne yapacağı hakkında malumat sahibi olamayan yoğurtçuya malzeme vermemek için sütten ağzı yanma numarası yapan Hoca, yoğurdu üfleyerek oradan uzaklaşır. Deneylerine deney katmak ve gelecek nesillere hafif tesirli tebessümler bırakmak amaç ve niyetiyle -biraz da iş olsun diye- gölün kenarına gelir. Çocukluk arkadaşı Freudlerin Sigmund’u gölün kenarında derin düşüncelere dalmış vaziyette görür. Arkadan sessizce yanına yaklaşır ve “höh” diye bağırarak Sigmund’un ödünün yarılmasına neden olur.
-Lan oğlum şu yaptığın insan işi mi Tanrı aşkına. Hayvan gibi şapıyosun, der Sigmund.
-Napıyon burada gobel bir başına, Karadeniz’de gemileri batmış otobüs yazanesi sahipleri gibi?
Sigmund derhal kendine çeki düzen verdikten sonra saçlarını yana atar. Kafasını göle çevirir. Hoca Sigmund’un sağında kalır. Derin bir iç çekişle,
-Yaşamın amacı ölümdür Nasrettin, der.
-Çok da organizmamdaydı yani.
-Nasıl bir libidon var lan senin, sen insan değil misin; değilsen nesin lan sen, adamı hasta etme Nasrettin…
Nasrettin şakayı uzatmak istemez. Belli ki Sigmund’un problemleri vardır. Fazla üzerine gitmez. Çocukluk arkadaşına sarılır. Sonra iki eliyle omuzlarından tutar. Sesinin tonunu ciddi adamlarınki gibi ayarlar.
-Gardaş bir problemin var da benden saklıyorsan adam değilsin, der.
Sigmund, Nasrettin’in tavrı karşısında duygulanır ve birkaç damla gözyaşı akıtır gölün acı sularına:
-Marta beni aldatıyor gardaş, ne bok yiyeceğimi bilemedim.
-Kızın günahına girme oğlum, dünya ahret bacımdır, ben Marta’nın bir namussuzluğunu görmedim. Hatta ona kefil bile olurum Sigmund.
-Kadınlar hakkında yanılgıların var Nasrettin. Onları anlamak için bir labirenti düz yola çevirmek lazımdır. Düz mantıkla bakma onlara istersen, yanılırsın gardaş, yanılırsın, demedi deme…
Mahallenin en konuşkan zat-ı muhteremi Nasrettin ne diyeceğini bilemedi. Tetevledi. Birkaç adım attı, sakallarını sıvazladı. Derin düşüncelere dalar gibi yaptı. Sonrası kafasını iki yana salladı:
-Gel oğlum boş ver bu işleri, tut şu sitili de göle maya çalalım, dedi
Sigmund’un gözleri fal taşı gibi olmasa da kahve fincanı gibi açıldı.
-La oğlum sen benle kafamı dolduruyon. Hiç göle yoğurt çalınır mı? Hadi çalındı tutar mı?
Nasrettin istifini bozmaz ve herkesin beklediği gibi lafı gediğine koyar.
-Sigmund, oğlum… Ya tutarsa zengin oluruz bak. Dingillik yapıp da hevesimi kursağımda koyma, der.
Yani tam olarak bunları duyabildim, artık sonrasında ne konuştular bilmiyorum.
ⓘⓓⓔⓑⓘⓨⓐⓣ
İskender Kebap