Hayatı Mematı ve Bilcümle Hezeyenatı
Bizim divan şiiri geleneğinde, dönemin şairlerinin kısa biyografilerinin ve örnek şiirlerinin verildiği tezkireler önemli bir yer tutar. Bu tezkireler içerisinde, tek bir şair için yazılmış olan ama büyük bir talihsizlik sonucu orijinali 1832’deki büyük Sinop yangınında müellifi ile birlikte yok olan bir tanesi vardır ki, alanında tek olması açısından son derece önemlidir. (Teknik olarak bu eser bir biyografidir ama müellifi ısrarla tezkire demektedir.)
Bir pirinç tanesine yazılan Mushaf
Bu tezkire, Sinoplu Kezzabzâde Abuzeddin Çelebi‘nin kaleme aldığı “Letâif-i Çamûrî” adlı eserdir. Eserin büyük yangından bir gece evvel istinsahı tamamlanan nüshası bugün eldedir. Sinop Cehl-i Mümtazkütüphanesinde bulunan bu nüshanın son sayfasına düşülen haşiyeden anlaşıldığına göre, Kezzabzâde Abuzeddin Çelebi eserini istinsah etmesi için bir müstensih arar ve bulduğu üç kişi arasında bir müsabaka düzenler. Buna göre üç aday, Mushaf-ı Şerif’in tamamını kendi seçecekleri küçük bir nesneye hatt edeceklerdir. En küçük nesneye bu hattı işleyen galip gelecektir ve Letâif-i Çamûrî’yi istinsah edecektir. Bunlardan birincisi olan Müneffirzâde Mahir, orta boy bir mushafın tek sayfasına tüm mushafı sığdırır. İkincisi olan Ermeni Yalop Yalluşyan, bir cam bardağa mushafın tamamını işler. Üçüncü aday Yahudi Garam Abraham ise bütün mushafı bir pirinç tanesine sığdırdığını iddia eder. Dönemin teknolojisiyle, pirinç tanesindeki şeylerin okunması mümkün olmadığından, Garam Abraham’ın iddiasının aksi ispat edilemez ve görev ona tevdi edilir.
Bu hikayeyi, Boyabatî Nevfel Efendi de “Der Ehl-i Harâbat-i Boyabat” adlı eserinde zikreder. O eserde, üzerine mushaf yazılan pirinç tanesinin cahil bir köylü tarafından çalınıp, ürünün bol olması umuduyla tarlaya ekilerek heba edildiği de anlatılmaktadır. İstinsahın bittiği günün hemen akabinde çıkan yangında orijinal nüshanın ve müellifinin ortadan kaybolmasının bir yahudi oyunu olduğu tahmin edilmektedir ancak sırrı hala çözülememiştir.
Kimdir bu Çamûrî?
Bu hadiseyi başka bir yazıya konu etmek üzere şimdi Çamûrî‘ye dönelim. Asıl adı Mübarek olan Çamûrî, II. İbrahimdönemi divan şairlerindendir. Aslında müretteb bir divanı yoktur ancak divan şiirinin bütün inceliklerine vakıftır. Kaynaklarda, Çamûrî’nin doğum yeri hakkında ihtilaf vardır. Kezzabzâde, onun Boyabat’ın Şıkıdım köyünden olduğunu söylerken, diğer kaynaklarda Harput, Urumiye, Cebelitarık ve Sivastopol doğumlu olduğuna dair kayıtlar vardır. İlk anda birden fazla Çamûrî mahlaslı şair olabileceği düşüncesi akla gelmekle beraber, bütün kaynakların, onun yaşadığı dönem ve şiirleri üzerinde müttefik oldukları göz önüne alınırsa, doğum yerindeki ihtilafı başka şeye yormak gerektiği sonucu ortaya çıkar. Bu konudaki tercih okuyucunundur..
Çamûrî hakkındaki en eski kayda, Çemişgezekli Bustan Efendi’nin “Kısâs-ı Hergelât vü Menşe-i Gâlât” adlı eserinde rastlanmaktadır. 1756 tarihli bu eserde Çamûrî için; “ebyât-ı fâsihâneleri bîmisl ü bahâ olmağla durûb-ı emsâl-i Türkî’nin menbâ-ı hâkîkîsidir” denmektedir. Bu yüzden onun Nâbî ekolünden olduğu söylenebilir. Bu görüşü destekleyen en önemli gösterge, Nâbî‘nin “görmüşüz” redifli gazeline yazdığı nazîredir. O nazîrenin matla’ beyti şöyledir:
Kaynatânın hem azârın hem şamârın görmüşüz
Biz bu avrattan beter bir tek çomârın görmüşüz
Ancak bir başka kaynakta (İdris-i Pötürgevi’nin “Hezeyânât-ı Afîfe” adlı eseri) onun Nedim gibi bir aşk-şarap-kadın şairi olduğundan bahisle, “eş’âr-ı memdûhu mîzâc-ı şûhundandır” kaydı vardır. Gerçekten de Çamûrî şuh bir şairdir. Şuhluğu o raddededir ki, “ehl-i şebâbın ahlâkına kast ü ehl-i zühdü aşk ile mest” ettiği için şiir yazması yasaklanmış ve dönemin şeyhülislamı Bînûr Müselles Efendi’nin fetvasıyla katlinin vacib olduğuna hükmedilmiştir. Ancak Müselles Efendi için yazdığı bir methiye sayesinde katl olunmaktan kurtulmuştur. Rivayetlere göre şiir yazmasının yasaklanmasına sebep olan gazel şudur:
Aya bunca varun hepsü senün mü
Şarab u sagarın hepsü senün mü
Gerdanında lebler seyyare gezer
Bunca busedarın hepsü senün mü
Leblerin kirazdur ruyın şeftali
Dal ü berg ü barun hepsü senün mü
Bir camuz çekmekle şikest olmayan
Turra-i tarrarın hepsü senün mü
Ardından bakdıkta üreğim hoplar
Bu dolgun şalvarun hepsü senün mü
Heman oynama şıkıdım şıkıdım
Tarkânî etvarun hepsü senün mü
Sor Çamûrî sinede dügme söken
Daş-veş çifte narun hepsü senün mü
Çamûrî’nin hayatı ve tahsili hakkında kaynaklarda fazlaca malumat olmamakla birlikte, manzumatında geçen Arapça ve Farsça kelimelerden hareketle, iyi bir medrese eğitimi aldığı söylenebilir. Ayrıca, “öküz” redifli kasidesinde geçen “anadut, kaşağı, yular, tezek, boyunduruk, üvendire, nodul (bu kelime fodul da olabilir, tam okuyamadık), kaygana” gibi kelimeler, onun medreseden sonra rençberliğe döndüğünü göstermektedir. Bu da demektir ki eğitimini yarıda bırakmış ve köyüne dönmüştür. Köyün ağasının kızına abayı yakmış ve o kızı bir başka ağanın oğluna vereceklerini duyunca karasevdaya tutulmuş olsa gerektir. İhtimal ki, “öküz” redifli kasidesi, ağaya bir hicviyyedir. Kasidenin ilk beyti şöyledir:
Pençe-i kahrında olmaz feleğin lerzan öküz
Tayr eden güya ki bağ-ı eşcarda tarzan öküz
Bu iki ağadan birinin ölümüne düştüğü tarih kıt’ası da meşhurdur. Kaynaklarda hangi ağa olduğu konusuna açıklık getirecek bir malumat yoktur. Bahsi geçen tarih kıt’ası şöyledir:
Sanmanuz kim Rüstem-âsâ âlemin merdi gitdi
Ehl-i aşkın hem-zebânı hem de hem-derdi gitdi
Vakt erişti ey Çamûrî söyle bir târih hemân
Hamdilillah ol pezeveng aga geberdi gitdi
Çamûrî mahlasını almasının ilginç bir öyküsü olmalı ancak bu konuda da kaynaklarda her hangi bir malumata rastlayamadık. Yalnızca, bir kıt’asından bu mahlası kendisinin aldığını öğrenebiliyoruz. Farklı kaynaklarda, aynı devirde Şıkıdım köyünde Çamur Kezban adlı bir ebenin bulunduğuna ve köyde yaşadıklarını “başarılı bir doğumun 23 altın kuralı” adlı eserinde anlattığına, bununla kalmayıp gazeller de yazdığına dair kayıtlara rastlıyoruz. Çamûrî’nin bu hatunla bir gönül ilişkisi olduğu düşünülebilir. Ancak az evvel sözü edilen ağanın, Kezban adlı bir kızı olduğuna dair bir işaret bulamadık. Haliyle mahlasının hikayesi hala mechul..
Nev-sühân ü nev-beyândan şi’r-i mahsûs eyledim
Hatm-i mushâfın peşinden hatm-i kâmûs eyledim
Sanma çirkeften müvellid ism-i bî-mislim benim
Ben Çamûrî mahlasın gendüm tehallûs eyledüm
Sanatı hakkında söylenecek çok şey varsa da, onu diğerlerinden ayıran bir kaç noktayla iktifa edelim. Çamûrî, bu günkü terimlerle ifade edecek olursak, rasyonalist, romantik, neoklasik ve heteredoks bir sanat anlayışına sahiptir. Gazellerinde rindane, kasidelerinde hikemi, kıt’a ve sair manzumlarında ise kafasına göre takılan bir üslubu vardır. Aruza hakimdir ancak bunu hiç belli etmez. Kafiye ve redifleri ise son derece başarılıdır. Dünyaya bir örneği daha gelmez.
Son olarak başına çok ciddi bir iş açan muammasına ve ardından gelişen olaylara bakalım.. Meşhur muamma beyti şöyledir:
Tayr ider hem it’am olunur bir nesnedür
Arif isen bil bu yeşilce nesne nedür
Bu muammanın cevabını kimse bilemeyince hadise Sultan II. İbrahim’e kadar gider. Sultan derhal saraya avdetini ferman buyurur ve saraya getirildiğinde aralarında şöyle bir mükaleme cereyan eder:
Sultan eydür: Bre nedür bu muammanın cevabu?
Çamûrî eydür: Hıyar sultanum..
Sultan eydür: Bre gavat, sensün hıyar, tiz cevabı viresün.
Çamûrî eydür: Haşa sultanum, hıyar diye size dimedüm, muammanın cevabu hıyardürür..
Sultan eydür: Bre istihza mı idersün benimle, hiç hıyar didüğün tayr ider mi?
Çamûrî: İder sultanum, tayyarenin ardına rabtolundukta ol nesne olur bir hıyar-ı tayyar..
Sultan eydür: Bre tayyare icad olundu mu?
Çamûrî eydür: Saye-i alinizde o dahi benüm işüm değüldür sultanım, ferman buyurasız heman icad ideler..
Sultan eydür: Bre sen bir puştluk tasarlamaktasın. Tayyare icad olunursa, onun ardında evvel cihan sultanı rabt olsa sezadır. Sen bana hıyarlık mı atfedersin bre densüz.. Tiz urun kellesünü!.
Bu mukaleme Çamûrî’nin sonu olmuş ve edebiyat dünyamız büyük bir dehadan bir hıyar yüzünden mahrum kalmıştır. Hıyarlığın kimde olduğu okuyucunun takdirindedir.
idebiyat
Zuhurberk Silikhayta