Milli coğrafya kitabının son sayfasına konuşlanmış dünya haritasının denize nazır, bol manzaralı, hafif baharatlı ve acayip pahalı kıyılarını seyrederken kudurmuş gibi sigara içesi tutar mı insanın? Tutabilir. Dikkatinizi çekiyorum çocuklar, yıllarca süren müzmin tiryakilikten sonra sigara ile mutlu birlikteliğine son verebilme kudretini göstermiş bir bedeviyle yüz yüze gelirseniz lütfen davranışlarınıza dikkat edip taşkınlık yapmayın ve mümkünse ceketinizin en ortasındaki düğmesini usulünce ilikleyin.
Malum, tiryakilik çağı… Alışkanlıklarımız, alışkanlıklarınız, alışkanlıkları… Bağımlılıklarımızın hudutlarımızı kuşattığı; zaaflarımızı başköşeye oturtup şeytan görmüş gibi kendimizden kaçtığımız, yüzleşmeye ve birbirimizi anlamaya yanaşmadığımız şu günlerde denize düşmeden yılana sarıldığımız onca ahir zaman dünyasını basıyoruz bağrımıza. Nice atmosferi içimize çekip nice oksijeni ciğerlerimizde ağırlıyoruz. Hal böyle iken şuncacık ruhumuzu gereğinden fazla uyarıcıyla yorup boş beleş işlerle rencide ediyor, farkına varmadan kalbimizin de raf ömrünü kısaltıveriyoruz.
Aynalar, sütten ağzı yanmışların sırf sinekkaydı için kullandıkları terk edilmiş vatan toprağı olma rekorunu elinde bulundururken içimdeki dünyadan habersiz bir kısım başıbozuğun varlığı tedirgin ediyor beni. Dünya hiç de yaşama elverişli bir köy değilken bile sarılacak bunca şehir, ülke, cennet, cehennem keşfetmemizdeki cömertlik garip değil mi? Hem de doymak bilmeyen bencilliğimizi itinayla beslemelerini gizli anlaşmalarla muhataplarımızdan istememiz ilginç ötesi kirli bir alışveriş tarzından başka ne? Peşin satan bakkal sahibinin “al gülüm, ver gülüm” tavrını bilmeyeniniz yoktur: Sen beni seversen peşinen ben de seni severim. Sen beni beğenirsen kesin ben de seni beğenirim. Sen beni anlarsan ben seni dünden anlarım. “Bir ihtimal daha var ölmek mi dersin.”
Egosu tavan yapmış bedenlerin önüne çıkan her şeyi silip süpürmesi telafi edilemeyen toplumsal kahramanlar doğurur. Kahramanlar çoğaltılıp dünyanın karanlık köşelerine dağıtılınca da yaralı ruhlar, parçalanmış hayatlar ve kalp krizi mağdurları ile depresyonzedelerin sosyal cinnet sokağından pörtlemesi kaçınılmazdır. Telef olmuş toplumların altında yatan yegane sebep budur. Bu sebep bilimum ihtiyaç sahibinin talebine göre değişiklik gösterse de ortalama bir geçerliliğe sahiptir.
Kahramanlarını alkışlamasıyla göz dolduran insancıkların inanışı, düşüncesi, hobileri, fobilerinin mevsimsel geçişlerde hiç mi hiç önemi yoktur, hepsi angaryadır. Çünkü bükemediğin bileği yalamalısın, sözünün beynin genetiğine işlenmesi insanlık tarihi kadar eskidir. Aynı müsamahanın eşe, dosta, arkadaşa, kardeşe, garip gurebaya, fakir fukaraya gösterilmesi beklenemez. Çünkü baş tacı zevklerinden, kalıplaşmış fikirlerinden, Çin Seddi gibi sağlam inançlarından taviz vermeyen insancıklar aslında göründüklerinden daha tehlikelidir. Malum, hayvanın alacası dışında insanın alacası içinde. Kendilerini dünyanın merkezine koymakta israfa kaçanların, başkalarını anlamakta zırnık koklatmaması, kahramanlar karşısında ise anlayış abidesi kesilip sudan sebeplerden etkisiz eleman tavrı takınmaları takdire şayan bir ikilem hatta üçlemdir.
Anlamak, Pasifik Okyanusu iken anlaşmak tüm vecibelerini yerine getirmiş Marmara Denizi’dir. Anlaşmak çoğu zaman kirli bir alışveriş biçimiyken anlamak engin bir erdemi barındırır bünyesinde. Başkalarını anlamakta kıtlaşanlar herkesin kendileri gibi siyah beyaz dünyalara sahip olduklarını zannederler. Böylece başka renklerin varlığı unutulur ve tarihin kirli rafları bir imansızlığa daha tanıklık eder. Unutulan her renk kaburga kemiklerimizin hemen altında, zaman zaman farklı tınılarda sızlamalara yol açar. Her ölüm böyle başlar işte, her ölüm böyle biter.
Yeryüzünün en güçlü sesi hor görülmüş, zulme uğramış, incinmiş, saç uçlarına kadar kırılmış bir insanın susmasıdır. Her türlü mağduriyete rağmen kulaklarımızı sağır eden susmalar yüzünden kopacaktır kıyamet kuşkusuz… Anlaşılamayanların asgari ortak sesi karşısında dernekler, vakıflar, imarethaneler kurmalıydık her şeyden önce. Onları koruma altına alıp susmalarını deşifre ederek dünyanın en güzel şiirlerini tanıma bahtiyarlığına ermeliydik, ama nerde… Dünyanın şiiri bitmez, hüznü, şarkısı, iç çekmesi, incinmesi bitmez. Anlamak lazım muhterem, anlaşmak değil; önce anlamak…
Savaş birbirini tanıyan ama anlamayan iki insanın birbirini hiç tanımayan ve ha bire ölen orduları arasındaki kirli oyunun sözlüklerdeki kısa adıdır. Birbirini anlamayanların doğal düşman olarak tarihe geçtiği süreçleri ibretle gözlemlediğimiz en önemli deney mahallidir Anadolu. Dönün bakın arkanıza. Yani anlayamama eylemi kan, gözyaşı, zulümle gelir. Yeter ki fırsat geçmesin kainatın en yırtıcısının eline.
Dünyanın en uzak mesafesi yan yana oturup birbirini anlamayan insanlar arasındaki mesafedir demişler, biz de öyle söyleyelim ve kudurmuş gibi kendimize koşarken başkalarını da anlar gibi yapmayalım. Anlayalım cancağızım, anlayalım: beni, seni, onu…
Ömer Faruk ÜNALAN