Rüzgarın esişinden söz ediyoruz; rüzgar, esmekten başka bir şeymiş gibi. Irmağın akışından; ırmak akmaktan başka bir şeymiş gibi. Ateş, yakmaktan başka bir şeymiş gibi.
İsimleri bağladığımız fiiller. Bir bardak, bir şişe, bir galon su gibi zamanı ölçecek kaplar arıyoruz. Zaman, hangi yükleme bağlanmalı? Zaman isim süsü verilmiş gizli bir fiil mi?
“Eheu fugaces, Postume, Postume, labuntur anni…/ Heyhat, Postumus,Yıllar uçarcasına kayıp gidiyor.” demiyor muydu Horatius Carmina’da?
Bin yıllardır değişmeyen bir serzeniş, yılların akıp gitmesi ardından yinelenen.
Norbert Elias’ın “Zaman Üzerine” yazdığı şu cümleler üzerinde gözlerim dolaşırken,yeni bir yılın (Yeni mi? Hangi bakımdan?)gelişini kutlamak birden anlam değiştiriyor. Bireysel ömrün, ölüme yol alışında bir adım daha.
“Horaz daha o günlerde, aslında insan buluşu zaman sembollerinden biri olan ‘yıllara’, geçme, akma, ele avuca sığmama özelliği atfediyor; oysa aslında ‘yıl’, bireysel ömrün ölüme doğru yol alışının, yani bir doğal sürecin, düzenleyici sembollerle bir periyodik matris içine yerleştirilmesinin, bu anlamda doğal olanın bir tür sosyal müdahaleye uğramasının ifadesidir. Ömrün ölüme doğru yol almasının kaçınılmazlığı ve bu yolculuğun parçalarının ardışıklığı, dilimlerin birbirlerini belli bir sıra içinde izlemeleri, hiçbir zaman insanların iradelerine ya da bilinçlerine bağlı olmamıştır. İşte bu doğal akışın yıllar biçiminde düzene sokulması, insanların, kendi sosyal amaçları için yıl denen düzenleyici sembolü geliştirmelerinden sonra mümkün olmuştur.”
Oysa ben bugün tüm bu rasyonel çıkarımları bir kenara bırakıp; şöyle dedim kendime: Ölüme yol alışı böylesine tatlı kılan nedir? Yolda elimi kimin tuttuğu. O halde, yıl’a değil, yol’a bakalım! Hatta göğe bakalım!
idebiyat
İma C. Çelik