Uzun zamandır üzerinde mesai harcadığım, takriben günde iki saat kafa yorduğum; tabiri caizse içimde ukde olmaya aday bazı hassas meseleleri tekrara düşmeden sizinle paylaşmak istiyorum çocuklar.
Aramızda, eskiden beri kamyon şoförü olmak isteyip de türlü nedenlerden ötürü öğretmenlikle yetinenler hiç de az değildir, kendimden biliyorum. Her gece doktorluk hayaliyle uykuya dalıp tesisatçı uyananlar, çobanlığı sevip hukuk okuyanlar, röntgen teknikerliğini umup kiralık katillikte sebat edenler, sinemaya heveslenip pazarcılıkla uğraşanlar parmaklarını kaldırsa hal ü pür melalimizin vahameti daha net ortaya çıkar. Yaşanılabilir bir gezegen için nasıl da pedal çeviriyoruz spor salonlarında; nasıl da koşuyoruz koşu bantlarında, tabletlerde, internet cafelerde… Yeryüzündeki günlük, haftalık, aylık ve yıllık nefes alma ayinlerimizi düşündükçe içimden havalanan kuşlara yuva bulamıyorum.
Yirmi birinci yüzyılın kaygan zeminine tutunmaya çalışan gençliğin gelecek kaygısı, yolu yarılamış bütün insanlar gibi şahsımı da rahatsız etmiyor değil. Bol oksijenli hayallerle yoğun karbon monoksitli gerçekler arasında yoğrulan sabi sübyanın canhıraş çırpınışlarını gördükçe şalterlerim atıyor ve kendimi çok kötü hissediyorum. Yemin ediyorum, at yarışına çevrilen bu kirli parkur yurtsuz yuvasız kalışımızın yegane delilidir. Böylesine kozmopolit vatanlarda serseri mayın gibi dolandığımız müddetçe kaosu atar damarlarımızda tüm azametiyle hissetmeye mahkum kalacağımızı da adım gibi biliyorum.
Umut edebildiğin sürece varsın koçum, lafının fazlasıyla önemini yitirdiği sıkıntılı süreçlerden geçiyoruz. Şarampole yuvarlanmış yolcu minibüslerinin toplamından daha fazla acıyla kalbimizin ritmini bozuyor; “Yavrum bu kadar düşünecek ne var” diye düşünme özgürlüğümüzü baltalamaya çalışan aksakallı, gül yüzlü ihtiyarlarımızla aynı kaptan yemek yeme alışkanlığımızı değiştiriyoruz. Değiştikçe dış alemin isteklerine boyun eğiyor; özümüzle vedalaşmanın eşiğine geliyoruz. Lanet etmiyorum ama bilin ki büyük tehlikedeyiz çocuklar, büyük tehlikede…
Doğduğumuz ilk gün -siz hatırlamayabilirsiniz- aday insan olarak dünyadaki serüvenimize start verildi. Çok hızlı gelişen süreç içerisinde insan olmak için insanüstü çaba sarf ettiğiniz kulaklarıma kadar geldi. Rengarenk mücadelemizin irili ufaklı acılarına saygıyla yaklaşmamız gerektiğini siz benden daha iyi bilirsiniz. Milletleri millet yapan yakışıklı acılarıdır. Sevinçleri, mutlulukları ve at üzerindeki akrobatik hareketleri şöyle dursun. Adına acı deyin, sevinç deyin, okumak, yazmak, üfürükten tayyare deyin, ayakkabılarınız sizi bir adım öteye taşıyamıyorsa ritüellerde boğuluyorsunuz demektir. Konumunun insanlığa ve insanlığına bir faydası yoksa -ki bunu çok rahatlıkla tartışmaya açabilirim- bulunduğun sınıftan istifa etmen herkesin hayrına olacaktır. Evet, bunu gerçekten önerebilirim.
Astroloji okuyun; okumayın, demiyorum. Arkeoloji okuyun tabi; antropoloji, psikoloji, jinekoloji, filoloji, biyoloji, jeoloji, ideoloji okuyun; hiçbirinden eksik kalmayın. Bilim yuvası üniversitelerimizde “oloji” ile biten ne kadar bölüm varsa hepsini okuyun, ses etmem. Hatta bunların dışındaki bölümlere de ilgi duyup yedekte bulundurun. Sesimi çıkarırsam adam değilim. Okuyun “hobi olarak” yine okuyun. Vallahi okuyun, billahi okuyun ama bulunduğunuz yeri farklı kentsel dönüşüm projeleriyle cennete çeviremiyorsanız, kendinizi dönüştüremiyorsanız “kaçtığınız her yer cehennem olacaktır” çocuklar.
Hayal et! En baba tıp fakültesini kazanmışsın, ağzın kulaklarına varıyor. Yoğun ders çalışma festivallerinin sonucunda doktor olmuşsun. Uzmanlığı da başarıyla verip yüksek maaşla Türkiye’nin en güzide zincir hastanelerinin birinde göreve başlamışsın. Eski mahallenin parmakla gösterilen fenomenisin artık, üstelik saçların da dökülmemiş; Allah’tan başka ne istersin doktor? Polikliniğinde başarılı cerrahi müdahalelere imza atmışsın. Müzmin hastalıklar, sürpriz kırıklar ve kalleş çıkıklarla uğraşırken saç uçlarına kadar kırılmış bir insanla laubali olmakta hiçbir sakınca görmüyorsun. Azrail’le burun buruna gelmiş gariban hastanı yaşama döndürme telaşesine düşmek yerine, ağırdan alıp soğukkanlı hallere bürünerek zihnindeki Amerikan doları amblemine tapma eğilimindesin. Bu tripler, bu putlar seni yer bitirir; korsuz, ateşsiz kalırsın doktor.
Uzay boşluğunda canlı kalıntısı aramakla meşgul olacağına ruhunun dehlizlerinde can veren insanın canlanmasına yönelik besin takviyesi yapman daha akıllıca değil mi? Yer kabuğunun hareketlerini inceleyip deprem tahminleri yapman iç depremlerle hissizleşen iç ülkenin kurtuluşunu sağlamayacaktır.
Diyeceğim o ki önce çok acil kendine doğru yürümeyi başarabilmelisin. Yürümek kesmez bizi çocuk, koşmak diyelim buna kudurmuş gibi koşmak… Kendimizden uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaşırken Fizan’a değil uzaya çıksak ne fayda. Ruhun can çekişiyor çocuk, işi gücü bırak ve en kestirme patika yollardan ruhuna ulaşmanın yollarını ara. Bu sana ihtiyacından fazla şey kazandıracaktır, kanaatin olsun; inan bana…
İZDİHAM 21
Ömer Faruk ÜNALAN