Mehmet Muharrem Akça imzalı bir ilk roman olan Sefine, İskenderiye Yayınları’ndan çıktı. Bu roman hakkında konuşurken / yazarken, yapısı gereği özet vermekten kaçınmak gerekiyor. Çünkü ne anlatıldığından ziyade nasıl anlatıldığının önemli olduğu bir roman Sefine. Dolayısıyla ben de özet vermekten kaçınıp “yapısı” üzerinde duracağım.
Tarihsel Üstkurmaca
Sefine, tam ifadesiyle, İhsan Oktay Anar romanlarına selam niteliği taşıyan bir biçimde başlıyor. Bu durum bir ‘intihal’ şüphesi doğurabilir. Fakat değil. Yazar, sadece, “Derler ki…” ile başlayan ve Puslu Kıtalar Atlası’nı anımsatan uzun girişi ile okuyucuya, ‘nasıl bir roman’ ile karşı karşıya olduğunun ipucunu veriyor: Sefine -tıpkı Anar’ın kitapları gibi- bir tür tarihsel üstkurmaca. Kanadalı eleştirmen Linda Hutcheon’un ortaya attığı bu kavram, “hem çok yoğun bir şekilde kendilerini yansıtan, hem de bununla çelişkili olarak ayrıca tarihsel olaylar ve şahıslara atıfta bulunan” postmodern metinler için kullanılıyor.
Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi, Sefine, “postmodern üslubu, etkileyici dil ve anlatımı ile canlı, rengarenk, sürükleyici” bir roman. Romanda; kronolojik zaman kullanımının kırılması, gerçek mekânlar ile kurgusal mekânların iç içe kullanılması ve öykü içinde öykü yöntemine birçok kez başvurulması, bize, Akça’nın ‘postmodern anlatı’da ısrarcı olduğunu gösteriyor. Tarihsel karakterleri romanın ‘şimdi’sine taşıması da bu yönelimin bel kemiğini oluşturuyor.
Nebiler ve Nemrut
Roman, “dünya tarihinin en çalkantılı ve çağ kapatıp çağ açan devrinde, 16. Yüzyılın Konstantiniyye şehrinde” geçiyor. Fakat karakterlerin neredeyse tümü 16. Yüzyılda önce yaşamış kişiler. Örneğin Bıçkın: Nemrut’un ta kendisi… Peltek Musa: Hazreti Musa… Azer’in oğlu Halil: Hazreti İbrahim… Marangoz Nuh: Hazreti Nuh… Nuh’un çırağı marangoz İsa: Hazreti İsa… Örnekler çoğaltılabilir. Fakat yazar roman karakterlerinin hangi tarihsel kişilere karşılık geldiğini okuyucu ile direkt paylaşmıyor. Okuyucu, ‘kim kimdir?’ sorusunun cevabını karakterlerin başından geçen ‘ipucu olaylar’ ve iç öyküler ile anlıyor.
MEHMET HAKAN KEKEÇ/ Star Gazetesi