Baharın tüm ihtişamıyla kendini hissettirdiği, yağmurun bolluk ve bereket için göğü esir aldığı güzel bir mart sabahıyla başlar onun öyküsü.
Cumhuriyet döneminde yaşayamamış, yeni harfler ile yazamamış, ancak dilin nasıl olması gerektiği konusunda devrine ışık tutan Ömer Seyfettin yeni dil ile edebiyatın yeni bir ulus ve ruh yaratacağını görmüş, yeni seslerle birbirimizi daha iyi duyacağımıza, onun sadeliğinde ve aydınlığında birbirimizi daha iyi göreceğimize ve birbirimize daha çok bağlanacağımıza gönülden inanmış bir dava adamıydı .
Hikayeleriyle, yediden yetmişe bütün Anadolu insanını sarıp sarmalayan büyük yazar Ömer Seyfettin 11 Mart 1884 tarihinde Gönen’de doğdu.
Babası Kafkasya Türklerinden, alaylı bir subay olan Yüzbaşı Şevki Bey, Annesi Ankaralı topçu kaymakamı Mehmet Bey’in kızı Fatma Hanımdır. Ablası Güzide Hanım, küçük kardeşi ise on dört yaşında ölen Hasan’dır.
Henüz küçük yaşlarda babasıyla birlikte evlerinin bahçesinde şişeleri yan yana dikerek atış talimleri yaparak eğlenmeye ve hayatı anlamaya çalışacaktır.
Asker çocuğu olan Ömer Gönen’de başladığı tahsiline İnebolu, Ayancık ve İstanbul’da devam eder. 1896’da Eyüp Askeri Rüştiyesini bitiren Ömer Seyfettin, Edirne Askeri İdadisi’ne kaydolur. 1900 yılında idadiyi bitirip tekrar İstanbul’a dönerek, henüz on altı yaşındayken Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye girer. Burada derslerden ziyade spor merakı, ilginç iddiaları, kavgaları ve akordeonla çalıp söylediği Çerkezce şarkılarla dikkatleri üzerine çeker.
İlk şiiri “Hiss-i Müncemid”, “Ömer” imzasıyla 1900’de “Mecmua-i Edebiye”de, ilk öyküsü “İhtiyarın Tenezzühü” 1902’de Sabah gazetesinde yayımlandı.
1906’da İzmir Jandarma Okulunda öğretmenliğe başlayan Ömer Seyfettin boş zamanlarında kordondaki mekânlara uğrar, arkadaşlarıyla saatlerce memleketin durumunu konuşurdu. Bu zaman zarfında İzmir’deki fikrî ve edebî faaliyetleri takip edecek ve bunlar içerisinde yer alan gençlerle tanışacaktır. Nitekim Batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik’le Fransızca bilgisini artıracak; Necip Türkçü’den ise sade Türkçe ve millî bir dille yapılan millî edebiyat konusunda önemli fikirler alacaktır.
Ömer Seyfettin Ocak 1909’da Selanik Üçüncü Ordu’da görevlendirilir. Görevi sırasında yeni bir matbaa makinesi yapar. Selanik’te çıkmakta olan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi, Akil Koyuncu’nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemler’e çevrildikten sonra 11 Nisan 1911’de Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı imzasız olarak yayımlanır. “Yeni Lisan” başlıklı bu yazı, “Milli Edebiyat” akımının başlangıç bildirgesi olarak kayıtlara geçmiştir.
Genç Kalemler yazı heyetini oluşturanlar Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine dağılmak zorunda kaldı. Ömer Seyfettin yeniden orduya çağrıldı, Yanya Kuşatması’nda Yunan askerlerince esir alınıp hiç bilmediği bir yere götürüldü.1 yıllık esareti sırasında üç eğlencesi vardı: Esirlerin birbiri arasında yaptıkları boks maçlarını hep nakavtla kazanmak, sürekli okumak ve bulduğu bir daktiloyla da yazılar yazmak. “Mehdi”, “Hürriyet Bayrakları” gibi hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hikâyeleri Türk Yurdu’nda yayımlandı. Esareti süresince gerek okuyarak, gerekse yaşayarak yazarlık hayatı için önemli olacak tecrübeler kazandı.
Ömer Seyfettin 1913’te esareti bitince İstanbul’a döndü. 23 Ocak 1913’te Enver Paşa’nın organize ettiği Babıali Baskını’na katıldı. Babıali önündeki konuşmasıyla hatipliğini gösterip kalabalıkları coşturmayı başardı. O gün her cümlesi coşkuyla kesildi.
İttihat ve terakkinin yönetimi ele geçirmesiyle istediği mevkie gelebilirdi ama Perili Köşk’te oturan Sermet Bey’i, kolunu satırla kesip diyetini ödeyen koca Ali’yi, Şah İsmail’in karşısına pembe incili kaftan ile çıkan Muhsin Çelebi’yi yazmayı makama, mevkiye tercih etti. Daha sonra askerlikten ayrılıp, yazarlık ve öğretmenlikle hayatını kazanmaya başladı. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1914 yılında Kabataş Sultanisi’nde öğretmenlik görevine başladı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü.
1915’te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey’in kızı Calibe Hanım’la evlenmiştir. Bu evlilik Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen bozulunca tekrar yalnızlığına döndü.
1917’den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920’ye kadar geçen zaman birçok acı ve sıkıntıya rağmen verimli bir hikâyecilik dönemini içine alır. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikaye yazdı. Hikâye ve makaleleri Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken, Türk Kadını gibi dergilerle Vakit, Zaman ve İfham gazetelerinde yayımlandı.
1920’de yazarın şeker hastalığı artar. Türk Yurdu dergisinden çıkıp İstiklal caddesinde yürürken gözleri kararır ve yere düşer. Beyninde hasar oluşan yazar 4 Mart’ta hastaneye kaldırılır. Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde hayata gözlerini yumar… Onun o zamanlar derman bulunamayan derdinin, bugün şeker hastalığı olduğunu biliyoruz. Ömer Seyfettin ağır bir şeker koması neticesinde vefat etmiştir. Ölürken kızı Küçük Güner’i sayıklar, onu görmek ister:
– Çocuk ! Çocuk ! feryatlarıyla can verir.
Ömer Seyfettin Türk edebiyatının kuşkusuz en çok okunan hikaye yazarıdır. O herşeyden önce asker, boksör, müzisyen ve güçlü edebi yeteneğiyle sağlam bir öğretmendir. Türk kısa hikayeciliğinin ve edebiyatta Türkçülük akımının kurucularındandır.
Kısacık ömrüne yüz ellinin üzerinde eser sığdıran Ömer Seyfettin’in ömrünü dört başlık altında özetleyebiliriz:
- a) İlk devre: öğrencilik yılları (1896-1908)
b) ikinci devre: ordu mensubu olarak görev yaptığı yıllar (1908-1915)
c) üçüncü devre: sivil hayata geçtiği yıllar (1915-1918)
d) dördüncü devre: ömrünün son yılları (1918 ve sonrası) Sanatçının hikayelerinde seçtiği konuların kaynakları da yine biyografisine uygun bir manzara arz eder. Buna göre sanatçının seçtiği konuların başında çocukluk yıllarına ait hikayeler gelmektedir. And, Nakarat, Falaka, İlk namaz bu yıllara ait hatıraların beslediği hikayelerdendir.
İkinci sırada, asker olarak vazife yaptığı yıllara ait hatıralara dayalı hikayeler yer alır. At, Hürriyet Bayrakları, Primo Türk Çocuğu bu tür hikayelerdendir.
Ömer Seyfettin’in İstanbul’da bulunduğu yıllardan esinlenerek kaleme aldığı hikayeler üçüncü sırada yer alır. Bu gruba dahil hikayelerin arasında Piç, Ashab-Kehfimiz, Yemen, Foya, Nokta, Horoz, Yüz akı, Yeni Bir Hediye, Cesaret gibi eserleri sayabiliriz.
Ömer Seyfettin’in konularında tarihten seçtiği hikayeler dördüncü sırada yer alır. Bu grupta Forsa, Başını Vermeyen Şehit, Kızılelma Neresi gibi hikayeler sayılabilir. Halk hikayeleri ve masallardan ilham alarak yazdığı hikayeleri arasında ise Mermer Tezgah, Acıklı Bir Hikaye, Kurumuş Ağaçlar, Yalnız Efe sayılabilir.
Ömer Seyfettin bu kaynaklardan ilham alarak kaleme aldığı eserlerini sosyal hayattaki aksaklıkları dile getirmek için hizmete sunmuştur. Sosyal bir hiciv niteliği taşıyan eserlerinde batılılaşmayı yanlış yorumlayarak dejenere olmuş tiplerden, kendi değerlerimizin farkında olmayan kimselere kadar çeşitli kesimlerden insanları mizah unsuru ile yoğurarak Türk okuyucusuna çeşitli mesajlar verir.
Türk insanının milli şuurunu uyandırmak amacıyla yazdığı hikayeler arasında Beyaz Lale, Bomba, Hürriyet Bayrakları, Ashab- Kefhimiz, Primo Türk Çocuğu, Kızılelma Neresi, Çanakkale’den sonra sayılabilir. Kaybedilen savaşların toplum psikolojisine yarattığı moral bozukluğunu gidermek amacını taşıyan hikayeleri arasında Vire, Başını Vermeyen Şehit, Pembe İncili Kaftan, Forsa, Topuz sayılabilir. Batılılaşmayı yanlış yorumlayarak komik duruma düşen insanları hicvettiği hikayeleri arasında Efruz Bey serisi, Cehalet ve Taassubu sayılabilir.
Ömer Seyfettin, batıdan gelen romanla henüz tanıştığımız yıllarda eser vermiştir. Yazarlarımızın bir çoğunun hikayeyi romana geçiş için basamak olarak gördüğü bir dönemde o, hikayenin üzerinde dikkatle durulması gereken hususi ve müstakil bir edebi tür olduğu fikrinde ısrar etmiştir.
Ömer Seyfettin bugün Türk hikayeciliğinin tartışmasız ilk büyük ismi olarak edebiyat tarihindeki yerini almıştır.
idebiyat