Uzun Mu Uzun Bir Kordon

DSCN2891

-Baba ben gidiyorum

-Nereye?

-Kitap fuarına

-Nerede?

-İzmir’de !

 

İnsanın bu diyalogtan sonra anlatabileceği bir anısı olmalı. yıllar geçse de eskimeyen, akla gelince yüzde bir tebessüm oluşturan. Mesela bu diyaloğu şöyle devam ettirmeli insan;

-Gel otur karşıma oğlum, sana bundan 25 sene önceki bi günümü anlatayım.

-Anlat baba ama vaktim yok beş dakikaya çıkmam lazım acele et lütfen.

-Başlatma beş dakikana. Şurada baba oğul faslı yaşayacağız işte. Ne diyordum?

-25 yıl önceki bir günüm diyordun.

-Heh, o zamanlar Balıkesir Gönen’deyim. Bir gün kütüphanede bir haber yayıldı:

” İZMİR’DEKİ KİTAP FUARINA GEZİ YAPILACAK”

Kitap olur da ben durur muyum? Hemen bu işi kimin düzenlediğini araştırmaya koyuldum. Öğrendim ki o zamanlar yeni yeni tanıştığımız Salim Nizam organize ediyor. Fuara bir hafta kala belediye ile konuşmuş ancak belediye seçim yakın olduğu için bütçe ayıramayacağını söylemiş.

-Baba sen Salim Nizam’ı tanıyor muydun ?

-Tanıyordum herhalde, sen ne sandın babanı. Hem sözümü bölme unutuyorum bak sonra anlatacaklarımı.

-Belediyede bütçe ayıramayacağını söyleyince haliyle üzüldük. Kitap için gitmeyi zaten istiyorduk ama bir de bir neden daha vardı :  O dönemler İhsan Eliaçık isminde bir yazarı takip ediyorduk. Televizyondan programını izlerken İzmir’deki kitap fuarına gideceğini duyunca bir kat daha üzüldük. Bir gün kütüphanede tam bu konuyu konuşurken Ayhan Amcan bir fikir attı ortaya. ”Kaymakamla konuşalım”. Tam cümlesinin bitirdiği an kaymakam girdi içeri. Yasin Amcan dürttü beni “Bu bir işaret, gidip konuşalım”. Biz de gittim kaymakamın yanına anlattık durumu. “Sizin gibi gençlerin okumaya hevesli olduğunu bilseydim ben daha önceden araba ayarlardım” deyip işi halletti. Biz tabi hem İzmir için seviniyoruz, hem fuar için, hem İhsan Eliaçık için. Her şey ayarlandı. Yanlış hatırlamıyorsam cumartesi sabahı çıktık yola. 17 kişiyiz ama gümbür gümbür 17 kişi. Hiç bir vasıfsız insan yok arabada. Kimi şair, kimi yazar, kimi senarist, kimi fotoğrafçı. Saat sabah beşte çıktık yola. Saat yedide Susurluk’ta kahvaltımızı yapıp İzmir’e kadar uykularımıza kaldığımız yerden devam ettik.  On birde İzmir’e vardığımızda araba bizi direk kitap fuarının önünde bıraktı. Hepimiz bir coşkuyla girdik fuarın içine. Hemen başladık kitapları karıştırmaya. Büyük bir fuardı ve insanlar bu büyüklüğü karşılıksız bırakmayıp gereken ilgiyi gösteriyordu. Her standın önü kalabalıktı,herkes eline bir kitap almış karıştırıyordu. Tam 2 saat dolaştık. Saat bire doğru Ömer Faruk diye bir hocamız vardı, onunla karşılaştık. Saat birden sonra fuar alanını onunla gezdik. Edebiyat dersinde duymuşsundur ismini : Ömer Faruk Ünalan.

-Aa evet duydum baba. Şiir ödülünü almaya giderken trafik kazası geçirip ölen adam değil mi ?

-Evet Ömer Faruk amcandı o. Allah rahmet eylesin. O gün bizi bir yakın arkadaşı ile tanıştırdı. İsmi Mehtap Altan. Ellerimize kahvelerimizi alıp fuarın en işlek yolunun kenarına oturduk hep beraber. Mehtap teyzenin ismini pek bilmezsin ama o da zamanında güzel işler çıkarmış, dönemin ileri gelen röportörlerinden biri olarak gösterilmişti. Ayrıca şiir kitabı da vardı. O gün, Ömer amcan bize zorla arkadaşının kitabını aldırttığından dolayı içten içe kızmıştım ancak okuduktan sonra ”İyi ki bu kitabı satın aldırtmış.” dediğimi hatırlıyorum.  Orada muhabbetimizi ettikten sonra biz izin isteyip fuara gelişimizin asıl amacı olan İhsan Eliaçık’ın yanına gittik. Sormak istediğimiz tonla soruyu sorduk ve yaklaşık iki saat muhabbet ettik. Eğer zamanımız olsaydı o gün, sabaha kadar muhabbet edebilirdik ama Salim Amcan arayıp Alsancak’a gitme vaktimizin geldiğini haber verdi. İhsan Eliaçık’a veda edip yarım saatlik bir yolculuktan sonra Alsancak’a indik. İlk önce bir güzel karnımızı doyurduk. Ardından hep merak ettiğimiz o kordona indik. Uzun mu uzun bir kordon. Daha adımımızı attığımız andan itibaren her yönüyle büyülemişti bizi.

Rüzgar suratımıza çarpa çarpa ilerlerken etrafı seyredip İzmir insanının sosyal yapısı hakkında konuşuyorduk. Kordonda dikkatimizi çeken en önemli görüntülerden biri herkesin elinde bira şişesinin olması ancak taşkınlık yapan tek bir kişinin bile olmamasıydı. Gördüğümüz her insan neşeliydi ve hepsinin gözlerinin içi gülüyordu. Biz bunları izlerken hava da yavaş yavaş kararıyordu. Artık dönüş vaktimiz gelmişti. Herkes tam saatinde arabanın yanında olmuş, koltuklarına oturmuş, aldığı kitapları bile karıştırmadan günün yorgunluğuyla tatlı bir uykuya dalmıştı. İşte böyle güzel bir gün yaşamıştık oğlum 25 yıl önce.

-Hakan?

-Hakan?

-Yine kaçmış velet, insan âmâ olunca evladı bile durmuyor karşısında.

Bir yanıt yazın