İstanbul’dan Gönen’e okumaya gelen Mehmet, son kalan parasıyla telefonunun kontörünü yükledi. Annesinden para yollamasını isteyecekti. Bayiden çıkınca annesini aradı.
İçinde İstanbul’dan Gönen’e okumaya gelmenin pişmanlığı vardı. Annesini yalnız bırakıp gelmemeliydi. Birkaç Çay Bahçesinde yarı zamanlı çalışmıştı. Ama şimdi annesinin parasına muhtaçtı.
Çalan telefonu annesi açtı;
-Mehmet’im nasılsın? Derslerin nasıl gidiyor? Yurda alıştın mı?
Mehmet, annesine, çekinerek;
-Anne, iyiyim de, ihtiyacım var, son paramı kontöre verdim. Bir şeyler yollayabilir misin? Diye soracaktım.
Annesi yorgun sesiyle;
-Oğlum, şimdilik sana sabah namazından sonra okuduğum Mülk suresini gönderiyorum. Bugün elimden bu kadar geliyor. Mülk suresi ile idare et, yarın babandan kalan, tarlanın icar paraları elimde olacak. O zaman yollarım. Tamam mı, kuzucuğum? Dedi. Konuşma bitince bu günkü öğlen yemeği umudu da bitmiş gözüküyordu.
Çarşı Camiin ilerisinde Gönen’in arka sokaklarına daldı. Midesi eziliyordu. Akşam ders için Yüksek Okula yürüyerek gidebilirdi, bununla beraber yarına kadar yemek yiyemeyecekti.
Kızılay caddesine girmişti ki; bir binanın önünde bir kalabalık gördü. Merakla yaklaştı. Yaklaşırken kızarmış hamur kokusu burnuna geldi.
Büyük kazanlarda pişen hamur İstanbul’da yediği Tulumba tatlısı hamurunun büyüğüydü, şerbetsizdi.
İki kadın hamurları açıyor, kızarmış yağa hamurları atıyordu. Bir kişi de maşayla tuttuğu hamurları kâğıda sarıp veriyordu.
Sıraya giren insanlara yaklaşırken, yaşlı bir adam Mehmet’e;
-Sıraya gir. Bak herkes senin gibi bekliyor. Deyince çekindi. Simit bile alacak parası yokken hamur yiyemezdi.
Gözleri ile hamuru yerken bu defa kazanın yanındaki adam;
-Kardeşim bak sıra var…
Kendini sırada bulmuştu. Ücret isterlerse yarına ödeyeceğini söyleyecekti. Öğrencinin halinden anlarlardı her halde.
Önündeki adam, teşekkür ederek verilenleri aldı. Sıra kendisine gelmişti. Elleri yakan sıcaklığıyla kâğıda sarılı iki hamuru aldı. Hamurla beraber eline ayran tutuşturdular.
Bir kenarda sıcak hamurlardan ısırdı. Ayranı açtı. Parayı ödemekten kaçınmadığını göstermek için dağıtımın başında duran adamın yanında yedi.
Herkes teşekkür edip ayrılıyordu. Adamın yanına yaklaştı;
-Abi, iyi günler. Ben Gönen’e İstanbul’dan okumaya geldim. Adım Mehmet. Park yolunda yurtta kalıyorum. Hamurunuz gerçekten güzelmiş. Ama… Dedi. Size verebileceğim bir şey yok. Deyince adam sözünü kesti;
-Hamur değil, Gödek hayrı… Lokma dökmek deriz. Yabancı olduğun belli… Babamın vefatının yıldönümü… Eşe dosta, ikramda bulunuyoruz. Karşılığını Allah’ tan bekliyoruz. Sen de bir dua et, yeter.
Mehmet, annesinin yolladığı Mülk suresini hatırladı. İkram sahibine;
-Annem, parası olmadığı için, Mülk suresini yollamıştı. Allah, sizin yakınınız için kabul etsin.
Adam elini göğsüne bastırdı;
-Allah, kabul etsin, delikanlı, Annene selam söyle; bir daha ki sefere Yasin suresini yollasın.