GENERAL

GENERAL

I.

Her hallinden mühim kimseler oldukları aşikâr dört kişi odanın tam ortasındaki masanın etrafında toplandılar. Ortası boş uzun masada dosyalar, kalemler, teksir kâğıtları muntazaman dizilmişti. Her şey yerli yerinde ve olması gerektiği kadardı. Loş ışıklı odanın arka duvarında büyükçe bir kitaplık, tavanda asılı koca bir avize, siyah deri kaplamalı koltuklar, büyükçe bir zigon sehpa, geniş pencerenin hemen yanında uzunca bir zigon sehpa, hemen köşede küçük bir bar tipi dolap. Mobilyaların tümü ceviz, ağır ve bir o kadar da oyma işlemelerle süslenmiş.

Köylüyü ne yapalım, şehir görsün ama medeni olmasın. Yasaklayalım, köyden çıkmasınlar, hatta onları öğretmen yapın ve köylü kalmalarını sağlayın. Şehre inen her köylü takım elbise giysin dedi general. Kendince çözümü bulmuştu artık rahatça şarabını içip valse bir madam kaldırabilirdi.

II.

Babam toprağa bulanmış nasırlı ellerini soğuk suda yıkarken durdu. Seni okutmakla iyi etmiyoruz ya neyse dedi, vardır elbet bir hayır. Keşke köyde kalıp çobanlık etseydin. Yüzüne baktım, kararsızdı. Kırış olmuş alnı terden boncuk boncuktu.

Biz kitapları sandıklara sarıp toprağa gömerken sen nasıl okuyacaksın? Bu işte pek hayır yok ya neyse. Öyle bakma, balık baştan kokmuş, bir çorap örülmüş de nasıl belli değil. Ne başı ne ucu ortada.

III.

Bugüne kadar yemeği ortaya konan bakır kapta yemişti. Ne çatal, bıçak ne kaşık aramıştı. Ekmeği banar yerdin, salata çatalla yenmeliymiş, ne tuhaf şey. Bu okul da şehir de acayipti, köye dönüp köpeği karabaşla oynamayı hayal etti.

Anadolu bir kalebent idi, bizi sürgün ettiler kendimize bile yol bırakmadılar. Hep hor görüldük, Aleviliği kaşıdılar, mürteci dediler, Sait Nursiyi bile sevdirmediler. Bizi kim köklerimizden etti de yaban kaldık dünyaya evlat?

Akıyorken doldur testini kokunca yıkanırsın.

Ben de öyle yapıyorum damla damla yazarak biriktiriyorum. Ben kirlenip içemesem de sonrakiler içer.

Bir nine masal anlattı, bir anne çocuğunun kulağına fısıldadı. Bu fısıltı kulaktan kulağa söylendikçe bir çığ gibi büyüdü, önü alınamaz bir sele dönüştü. Bu ses dalga dalga sardı her yanı. Yüreklere özgürlük ateşi düştü, çerağlar meşaleler tutuşturdu. Neşeli şarkılar, yanık türküler söylediler, omuz omuza halaya durdular. Düşmana karşı dağların efesi oldular, kırlarda sarı, mavi, beyaz çiğdemler derdiler, gül yetiştirdiler. Eli kınalı güzeller için aşkla tutuşup mavi ortancalar kadar maviye çalan bir ateşle yandılar, yandıkça yaktılar. İlk adım bir dev adım oldu.

Diller bu cesur kadını Ana bildi, korkuyu hayalin gölgesinden dahi sildi. Günler sonra bir çocuk ilk sözünü söylerken ana diyerek konuştu.

28.05.2013, Gönen

idebiyat
Muharrem Akça

Bir yanıt yazın