Arz odasını derin bir ölüm sessizliği kuşatmıştı.
Gözler yere bakıyor, diller kilit vurulmuş gibi susuyor, yürekler hırsın, gücün, sarhoşluğun, kan dökmenin günahıyla atıyordu.
Turhan Sultan sözlerine devam etti:
“Evet, unuttuk. Dünyanın üç günlük olduğunu çok çabuk unuttuk. En azından şimdi hatırlayanlardan olalım. Olalım da kavgalardan, makam hırsından, birbirimize tuzaklar kurmaktan, gizli işler peşinde koşmaktan şeytandan kaçar gibi kaçalım.”
Muhafızlar da ağır adımlarla odadan çıkınca Turhan Sultan kalfalara ve kethüda kadınlara cenaze merasimi için gerekli emirleri vermeye başladı.
Kösem Sultan’ın cesedi, büyük tahtın yanındaki sedirden alınırken Turhan Sultan, beyaz örtüyü kaldırarak, atmış yaşının iyice eskittiği Nasya Sultan’ın bedenini saran kaşmir renkli elbisesinin içinde büyük validenin morlaşmış tenine ve yüzüne baktı.
Nasya’nın uzun saçları, perişan ve dağınıktı, yarı açık menekşe gözleri ise sanki hiç ölmemiş gibi Turhan Sultan’a bakıyor, yine o etkileyici güzellikteki sözleri fısıldıyordu:
“Dünya bir gölgelikti oysa ben unuttum!”
idebiyat