kalabalıklar..varlığımızı yok eden kalabalıklar..
kalabalıkların içinde olmak demek aslında “kimseyi farketmeme” gibi bir eksikliği de ortaya çıkarır, en çok da kendini farketmezsin..bazen de kendini farketmemek için de kalabalıklara karışabilirsin, bu da bir tepki..
kalabalıklarda kimseyi farkedememek de bir bakıma içimizin kalabalığındandır zaten..
çokluk, çoğu zaman yokluğu çoğaltır..
çoğalarak azalmak çağımızın hastalığı..
içimizin yokluğu dışımıza vurmuşsa, tenhalar bile bize kalabalık gelir..
ama içimizde gereksiz çokluklar baş gösteriyorsa , kalabalıklarda bile yalnızızdır..
böyle de bir çelişkili ya da daha doğrusu zıt durumlar ortaya çıkabilir..
ve plastik çiçeklere dönüşen ruhlarımız hissizlikle yoğrulur hep, yokluk kokar..
ruh hissetmezse, kalp acı duymaz..
kalp acımazsa ruh hissetmez, bu bir kısır döngü..
ruh, gel-gitlerde yaşamaya alışmıştır ama insanoğlu ruhunu gözden çıkarmak için elinden geleni yapmıştır..
ruhunu yitirmeye başlayan biri, kalbine hiçbir şey sığdıramaz oysaki..
her şey ağır gelir kalbe..çünkü ruh huzur ister, kalp ise sevmeyi..
huzursuz ruh, sevmeyi, aşkı kalbe sığdıramaz, açıkta kalır..
açıkta kalanlar ise sevmeyi başaramayan ruhsuzlar değil, sevmeyi aşkı kalbine bir türlü sığdıramayanlardır..
“huzursuz suskunlar”dır yani onlar…
med- cezir manzaraları..deniz..gökyüzü..kuşlar..
içimizde havalanan kuşlar..göçebe ruhlar..
var olmanın dayanılmaz yokluğu..
kapılar..uzayıp giden yollar..bitmeyen yolculuklar..kum saatinden dökülen kum taneleri..
duvarlar..duvarlar..duvarlar..
alışkanlığımız olan duvarlar..
bizi bize hapsederken, zamanın vurdumduymazlığını, o kum saatinin dökülen kumlarına resmeden duvarlar..
duvarlar çok şey..
duvarlara aşinaydık biz oysa
severdik duvarları
kapıları sürgülüydü içimizin
karşılama törenlerinde yakılan
tütsülü suskun sözcükler kadar ağırdı hayat
solgun bir hüzündü ezberi kalbimizin
hangi kapıyı çalsak karşılayan bizi;
gülüşü bozuk mavi bir ölüm..
idebiyat
Nur Derin